Chris Marker’ın 1962 yapımı kısa filmi -ya da kendi tabiriyle fotoromanı- “La Jetée”. Sesli fotoğraf niteliğinde olan, siyah beyaz rüya gibi, distopik bir ritmde ilerleyen bir kurguyla bir araya getirilen 28 dakikalık bir kısa film.. Hem Fransız Yeni Dalga hem de bilimkurgu sineması için önemi çok büyük.  Film için rüya, hatıra, bilinç, bellek ve hatıra üzerine muhteşem bir yapıt demem kesinlikle abartı olmaz.

Film “Bu film çocukluk dönemine ait bir görüntüden çok etkilenmiş bir adamın öyküsüdür.” diye başlıyor. Sinema tarihinde zaman kavramını profesyonelce kullanan, görsel açıdan her karesi ayrı bir estetiğe sahip fotoğrafları seyrederek boğazı düğüm düğüm yapan, zamanı ve mekanı unutturan bir film. Yarattığı dünya ve yakalanan atmosfer eşsiz bir şiir gibi.

Üçüncü dünya savaşı sona ermiş ve dünyanın büyük bir kısmı yıkıma uğramıştır. İnsanlar artık yeraltında hayatlarını sürdürmektedir. Alman bilim adamları, Üçüncü dünya savaşı’nda mağlup ettikleri ve esir aldıkları Fransızlar üzerinde deneyler yaparak, zaman içinde bir çatlak bulmaya çalışırlar. Amaçları gelecekteki insanlardan yardım almaktır. Bu nedenle denekleri geleceğe göndermeye çalışırlar. Fakat birçok denek yolculuk sırasında akli dengesini yitirir. Son denek ise deney sırasında hiçbir şekilde akli dengesini yitirmemiş ya da ölmemiş, geçmişine yolculuk yapabilmiştir.

Birçok distopyadaki gibi (1984, Fahrenheit 451, Cesur Yeni Dünya vs.) bilim adamları, insanlığın kaderini belirleyen kötü niyetli kişiler olarak tasvir edilmiştir. Filmde savaştan ziyade aslında geçmişin “saflığını” , şimdiki zamanın “vahşetini” ve geleceğin “belirsizliğini” sorgulatır.

Adam (Hanich) çocukken, barış zamanında ailesiyle gezmeye gittiği iskelede bir kadını (Chatelain) görür. Hem kadın, hem de o an yaşadığı olay, o günü unutulmaz kılar. Bu olay sayesinde o güne geçiş yapması kolaydır; geleceğe geçmesi de öyle. Fakat hesapta olmayan bir şey vardır, adam çocukken gördüğü kadın’a aşık olacaktır.

Adam’ı  bu kez de geleceğe gönderirler. Döndüğünde ise infaz onu beklemektedir. Yardımına “gelecek” gelir. İsterse eğer, adam’ı yanlarına alacaklardır. Adam ise sonuç ne olursa olsun bunu istemez. Savaş, ölüm ya da hastalık fark etmez, geçmişe, sadece kadın’a gitmek ister. Az ya da çok vaktinin hepsini sadece kadına adamak ister. Aşkı seçer ve geçmişine gider.

”Sıradan anları hatıralardan ayıran bir şey yoktur, ne zaman ki o anların açtığı yaralar sızlar, hatıra değeri kazanır.”

Marker’in anlattığı öykü sade olmasına rağmen zihinde ve kalpte bıraktığı etki tartışılmaz derecede zengindir. Biz sadece fotoğraflardan anlara bakarken, unutulmaz bir müzik bize eşlik eder ve anlatıcımızın (Négroni) sesi bize yol gösterir. İnanılmaz müzikler eşliğinde geçen geçmiş ve gelecek arasında sadece 28 dakika. Ve yalnız bir sahne hareketli. O kadar yıkımın arasında bir tek bu sahnede, tek kişide “hayat” var. Adamı hayatını bulduğu kadının gözünü kırptığı an.(19:48)

Marker’ın filmi sadece fotoğraflarla kurgulaması, fotoğrafların anıları karşılayan bir nesne olmasından kaynaklanmasından olabilir. Belki de “La Jetée”, hareketli görüntülerden meydana gelse bu denli bir etki yaratamayabilirdi.Sonuçta insanlar hatıralarına dönerken videoları izlemez, fotoğraflara bakar. Anılar, çekilen fotoğraflarla hatırlanır. Bunun yanı sıra film, fotomontaj tekniğinden faydalanmıştır. Paris’in distopik dünyasını, ateşler halindeki durumunu tasvir etmek için ve tahminen de İkinci Dünya Savaşı’ndan kalan virane fotoğraflarını filmin anlatısına dahil edilmesi de tesadüf olmasa gerek…

La jetée, yalnızca bilim kurgunun önemli bir alanını oluşturan zaman yolculuğu anlatısını derinden şekillendiren bir film değil, fotoğraf ve film üzerine yapılan tartışmaları da etkileyen bir şaheser. Üçüncü Dünya Savaşı’ndan sonra yerin altına saklanmış olan insanlık, bu durumu değiştirmek için zaman yolculuğunu kullanarak geçmişi düzeltmeye çalışır. Yeryüzünde yaşamı adeta silen bu felakete neden olan olayları durdurabilmek için zoraki bir şekilde geçmişe gönderilen adamın, aşk aracılığıyla geçmişindeki travması ile yüzleşmesini izleriz.

Chris Marker’ın bu kısa filminin bilimkurgu sineması üzerinde bıraktığı etki, Terry Gilliam’ın yönetmenliğini yaptığı Twelve Monkeys’e esin kaynağı olmasıyla bilinse kendisinden sonraki zaman yolculuğu temasına sahip hemen her filmde La jetée’den bir iz bulmak mümkün. Hatta film için Inception’un atası diyebiliriz.

Fotoğrafçılıktan gelme bir sanatçı olan Marker kalıp yargılardan oluşan tartışmalarından kurtularak, fotoğraf ve filmin kendilerine atfedilen (durağanlık/hareket) tanımların aslında pek de doğru olmadığını gösterir. Fotoğraf durağanlıkla, film hareketle eşleştirilmek zorunda değildir.  Marker için fotoğraf ve film, onları ayırmaya çalışanların aksine her zaman daha iç içedir. Marker’ın fotoğraflar aracılığıyla filme yansıttığı atmosfer, zaman yolculuğunun tarihin akışına müdahale etmeye yeterli olmadığı ve insanın zaman karşısında oldukça güçsüz olduğunu gösteren senaryonun ruhunu tam anlamıyla yansıtır. La jetée, sinema tarihindeki mevcut uylaşımlardan farklılaşan, hiçbir türe yakınlık göstermeyen, kendine ait bir grameri olan yapıtlardan biridir.

Ayrıca bu filme ithafen yapılan ve “La jetée” adını taşıyan bir parça Tortoise, Chicago underground ve İsotope 217° tarafından çalınmıştır.

*Chris Marker’ın  La Jetee için tuttuğu çalışma defteri;