76. Cannes Film Festivali’nde En İyi Kadın Oyuncu ödülünü kazanan Merve Dizdar’ın “Nuray” karakterini canlandırdığı, Deniz Celiloğlu’nun ise “Samet” karakterine hayat verdiği Kuru Otlar Üstüne filminde, Nuri Bilge Ceylan[1] her sahnenin farklı bir köyde çekildiğini belirterek sinematografisinin üzerine dikkatleri çekiyor. İç çekimlerde de karakterlerin iç çatışmasına uygun bir atmosfer yaratılarak soba ateşinin aydınlattığı loş bir ortam ile karanlık, kasvetli ve ücra ortamlar ön planda.
Klasik anlatının dışına çıkan bu filmde, katarsise ulaşma derdi olmadan, neden-sonuç ilişkisi kurulmadan, giriş-gelişme-sonuç olay örgüsünün ele alınmadığı kabul edilerek Samet karakterinin yersiz yurtsuzluğuna değiniliyor. Çehov tarzında olduğu gibi karakterin duygusal atmosferine inen ve ideolojik görüşlerin çatışması üzerinden işlenen bu film, adeta bir varoluş sürecinin dışa yansıması gibi.
Açılış sekansında uçsuz bucaksız karlarla kaplı bir taşrada Samet karakterinin uzun uzadıya yürüyüşüne tanık oluyoruz. Nuri Bilge Ceylan’ın kar imgesi, belki de kişiyi kendi içine çekecek şekilde esaretine bürüdüğü, varoluşun ve arayışın, iyinin ve kötünün ötesindeki uçsuz bucaklığı ve kameranın konumlandığı açıdan karakterin bu dünya içinde biricik ve küçücük kaldığını gösterir. Başka bir düşünüşle, ruhun karanlık tarafına karşın oluşturulan aydınlık bir kontrasttır.
[1] Röportaj için; https://www.birgun.net/haber/nuri-bilge-ceylan-kuru-otlar-ustune-filmini-anlatti-438838
İnsanın kendi ördüğü ağlar
Hayattaki çelişkilerini içinde barındıran bir varoluş sorgusunun peşindedir Samet. Resim öğretmenliği için zorunlu görevinde 4. yılını doldurur ama yıllarca resim yapmaz. Bulunduğu taşraya “medeniyet” getirmek istediğini beyan eder ama Nuray’la Kenan’ı Alevi olmalarından dolayı inanç sistemine indirger, birbirleriyle eşleştirir. Filmin başından itibaren İstanbul’a atanmayı, gitmeyi bekler kaçıp özgür olma isteğiyle, ama özünde nerede olursa olsun oraya yabancı hisseder. 12 yaşındaki öğrencisi Sevim’in ettiği şikayetle Samet ve Kenan hakkında başlatılan soruşturmanın yaşandığı ya da yaşanmadığı, suçun ne olduğu ve nasıl işlendiğinin çatışması Kafka’nın Dava romanına benzer şekilde muallaktır, üstü örtülür. Ancak filmin sonunda Samet’in iç sesinden Sevim’e sanki yetişkinmiş gibi seslenmesi, seyirciyi muğlak bir belki masum belki değil ikilemine düşürür: “Onu değil, onun ötesini düşlemiştim ben. Ama biliyordum, aramızda yine çığlıklarımızın birbirine ulaşamayacağı kadar derin ve geniş bir uçurum, bilinçlerimizin yakınlaşamayacağı kadar acımasız bir uzaklık vardı.”
Belirli aralıklarla sahnede karşımıza çıkan şekillerden baca gazının bulutlara karışması, şekilsiz bir sokak lambası, karlar ortasında donmuş köpek, pencerede durmaksızın akıp giden kar…
Bu gibi unsurlar Samet’in köyde geçen zamanın yavaşlığına kapıldığını, varoluş sancısını tüm gerçekliğiyle ve durağanlığıyla gösterir. Nuri Bilge Ceylan, buna ek olarak bilinçli bir şekilde karakterlerde sürekli tekrara düşen şeyleri (çay içme ya da Samet’in derste hep bilinen şeyleri çizdirmesi gibi), gündelik ve sıkıcı diyaloglar örerek sıradan olanı ve her zaman görünen ama üzerinde durulmayanı gözler önüne serer. Görünen o ki, kişinin kendine yaşattığı engellerle kendine bu şekilde yabancılaşmasını temsilen Nuray karakterinin repliği bu noktada akıllara gelir.
“Bana öyle geliyor ki dünyada güzel olan her şey daha insana ulaşmadan, insanın kendi ördüğü ağlara takılıp kalıyor.”
Samet zamanı unutmak için yaşadığını dile getirir. Bunun izi, çektiği portre fotoğraflarından da takip edilebilir. Aynı mekânda farklı insanların rastgele fotoğraflarının, ekranda yavaşlayan zamanla denk hareket ettiği görülür. Hepsi bir nedeni ya da çözümü olmak zorunda kalmadan, o anın ölümünden oluşan kareler bütünüdür. Nietzsche’nin bir konuyu ele alışında sorduğu soruyu yöneltirsek eğer, Samet karakterini belirli bir açıdan yazınca nasıl görünür? Bu hikâyede Samet bilinen bir anti-kahraman mıdır? Değilse eğer, kendi ördüğü ağlar zayıf ve eksik yönlerine umut mudur yoksa engel mi? Yoksa hepsinin ötesinde midir? Tabii ki, bu sorulara da cevap vermek kişinin perspektifine kalmış. Samet karakteri bir yere ya da kişiye ait kılmadan bağımsız bir şekilde konumlandırılıyor: “eğer böyle biri yok olup giderse bu insan anlayışının çok uzağında olup biter. Ne duyulur ne yürek sızlatır: -ve artık geri dönemez! İnsanların acımasına bile geri dönemez!” (Nietzsche, 2003, s.17).
Umut etmenin yorgunluğu
Nuray karakteri 10 Ekim’deki saldırıda bir bacağını kaybetmiş ama kendini acındırmayan, gerçekleri tüm çıplaklığıyla sergileyen güçlü bir duruş sergiler. Çizdiği resimler, Samet’in çektiği fotoğraflar gibi yaşanan hikayelere göz ve kulak kapatan türden değildir. Bu doğrultuda Samet’i duyarsız ve lümpen olarak damgalayan Nuray’ın sosyal medyasındaki “Susmayacağız!” fotoğrafı ve çizdiği resimlerinde de toplumsal sorunları ele aldığı göze çarpıyor, resmettiği mutsuz bir çocuk gelin gibi. Aralarında geçen çatışmada, yemek masasındaki felsefe ziyafeti izleyiciyi de aralarına çeken niteliktedir. Nuray, engel gerekçesiyle dilediği yere tayin olma hakkından vazgeçen kaderselliğe inanarak kendini bulunduğu taşraya adayan, fedakarlığı, örgütlenmeyi ve toplumsallığı savunur. Samet ise bunun tam tersi bir görüşle kadere inanmayan, özgürlüğü ve bireyselliği savunan bir tutumdadır. İkisi de savunduğu ve dilediği şeyi umut etmekten yorgun düşmüştür. Çatışma yerini haz ve arzuya bırakırken, Ceylan, seyirci özdeşleşmesine Brecht tekniğiyle son verir. Kurgu karakterine dönen Samet, oyuncudan ayrılarak film setine çıkar ve seyirciyle arasında bulunan 4.duvarı yıkarak Nuray’ın yatak odasına girer.
Şiir-Sinema
Nuray’ın yeni aldığı arabasında buz tutmuş cam kadrajının kurumuş otlara geçişi, zamanda atlamayı gösterir. Samet’in arabayla bırakıldığı ama uzun yürüyüşlere devam ettiği görülürken, belki de tamamladığı bu yolculukta zirveye yalnız tırmanarak geride bıraktıklarına tepeden bakar. Yalnız başlayan Samet’in hikâyesi yalnızlık ile son bulur. Samet’in iç sesinden duyduğumuz şiir, doğanın, gölde kendi yansımasının ve Nemrut Dağı’nın ahengiyle pastoral bir anlam kazanarak kamera hareketlerine yansır.
“Ortasına gelmişsin hayatın ve içindeki çölden başka hiçbir kazancın olmamış. Ellerin bomboş.”
Yavaşlık prensibini gözleyeceğimiz bu sekansta ise Ceylan’ın, Tarkovski’nin Ayna filmine gönderme yaptığı görülür.
Samet için karların yeşilliklere zarar vermesi, taşrada bulunduğu süre zarfınca değersiz bulduğu bu otların değerli görünmesi özünde bir sonucu değiştirmesi gerekmez. Belki de tüm yaşananların anlamı koca bir hiçtir.
Peki siz kimsiniz? Nuray mı, Samet mi, yoksa öteki mi?