30 yıldır yönetmen ve yapımcı olarak sinema sektöründe yer alan, Film Yapımcıları Meslek Birliği Başkan Yardımcısı Nazif Tunç “Covid-19 ve Sinema”yı değerlendiriyor. Tunç pandemi sürecinde sektörün kamu destek ihtiyaçlarını sıralıyor ve sinemanın ancak “karanlık salon” ile mümkün olduğunu anlatıyor.
Nazif Tunç Kimdir?
Yapımcı – Yönetmen. 1964 – Tekirdağ, Malkara doğumludur. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesini bitirdi. ‘Milli Mücadele Romanının Sinemaya Uyarlanması’ tez çalışması konusudur. Bir süre gazetelerde sinema eleştirmenliği yaptı. TRT’de çalıştı.
1991 yılından bu yana film ve dizi yönetmenliği yapmaktadır. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi, Sinema- Televizyon Bölümü’nde ‘Film Yapım-Yönetim’ dersleri verdi. 2012- Malatya Film Festivali Danışma Kurulu üyeliği yaptı. 2014- 2016 Kültür Bakanlığı Sinema Destekleme Kurulunda görev aldı. Film Yapımcıları Meslek Birliği’nde (FİYAB) Yönetim Kurulu üyesi ve Başkan Yardımcısıdır. ‘Halk içinde Hâkk ile birlikte’ ilkesiyle Halk Film’i kurdu.
Türk milletinin tarihsel gelişimine, ulusal kültürüne, inanç, irfan geleneğine ve medeniyet tasavvuruna dayanan konularda güncel ve tarihi senaryoları sinemaya aktarmayı sürdürüyor.
YÖNETMEN- YAPIMCI FİLMOGRAFİSİ
Kurdoğlu (1992), Kimsesizler (1994), Güvercin (1999), Oyun (2001), Zor Hedef (2001), Yaralı – Birindar (2002), İncir Ağacı (2004), Hacı (2004), Aşkımızda Ölüm Var (2004), Mihrali (2004), Asla Unutma (2005), Öteki Oğul (2005), Yemin (2005), Susuzluk (2006), Ana Sütü (2006), Veysel Karani (2007), En Güzel Rüya (2007), Sonsuz Merhamet (2008), Rabia (2008), Bilal-i Habeşi (2008), Rüya Peşinde (2011), Esma (2011), Ebuzer El Gıfari- Yalnız Kahraman (2011), Hicret (2012), Peygamberin Kılıçları (2012), Hz.Ömer’in Doğuşu (2012), Alın Teri (2012), İnce Yürek (2012), Helal Süt (2013), Neylerse Güzel Eyler (2013), Cimri ile Cömert (2013), Zengin ve Yoksul (2014), Kardeşlik Adası (2015), Âmentü (2015), 30 Kuş (2016), Karınca (2019)
– Netflix, BluTV gibi online platformlar ve sinema sektörü tartışması yeni değil. Ama içinde bulunduğumuz süreçte mesele sinema sektörünün varlık sorununa evrildi. Başka Sinema’nın BluTV ile anlaşmasının yasal ve etik olmayan yönleri SİSAY-Sinema Salonu Yatırımcıları Derneği tarafından dile getiriliyor. Bunları saklı tutarak sormak istiyoruz; endüstride çalışan sinema emekçisi için bu gelişmenin etkisi nasıl olabilir?
Sinema sektörümüz şartları her geçen gün ağırlaşan, zorlaşan çetin bir savaşın içinde. Ne yazık ki bu kavga hakkaniyetli, adaletli, insaflı değil eskisi gibi. Barındırması gereken insani hoşgörüyü terk edeli çok oldu. Kanlı, karanlık ve vahşi bir hale dönüştü bu var olmak kavgası ve var olmak savaşı. Kanlı arenaların ölümcül vahşeti yürürlükte. Ayakta kalacaksan yenmek zorundasın. Kanlı arenanın kanunu düşeni öldürmek. Yok etmek. Yaşama hakkına saygı yok, hoşgörü yok. Bir daha dizlerinin üstünde doğrultmayacak biçimde boynun vuruluyor. Kanlı arena yasası: “Karşına çıkanı yok et!”
Bu hunharca savaştan yok olmadan çıkmak her geçen gün güçleşiyor.
Elbette sinemanın altın çağında değiliz artık. Stadyum gibi, neredeyse 1500 kişiyle aynı anda film seyredilen sinema salonları vardı. Beyoğlu Gloria sineması 1400 koltukluydu. Çemberlitaş’ın 1350 koltuklu Şafak ve İpek sinemalarını da analım. Yine o sayıda seyirciyle Saray sinemasında da film seyretmeye erdim ben.
O altın çağ geride kaldı.
Şimdi avuç içi gibi salonlarda 40- 50 koltuklu salonları bile dolduramıyoruz.
Ülke film üretiminin dağıtım meselesinden zaten dizleri kırılmıştı. Netflix, Blutv gibi mecralarda, çevrimiçi akışımlarla film göstererek sinemamızın beli de kırılmış oldu. Bir de bu Corona 19 illetinin getirdiği korku ve endişeyle sinemanın göbeğini tamamen çevrimiçi akışımlara bağlarsak boynunu da vurmuş oluruz.
Bir zamanların Hollywood’unun yerine geçen çevrimiçi platformalar semirip, palazlanırken ulusal sinemamızın çaresiz ve güçsüzleşmesi de üzücü. Bu işgal ve istila kapitalizmin zorbalığıyla her eve, her bilgisayara sızmış durumda. Sinema endüstrimiz bütün disiplinleriyle bu işgal karşısında var olmak kavgasında. Biz şimdi kendi sinemacımızın, sanatçımızın, emekçimizin boğazından ne geçecek ona bakalım! Birkaç komprador işbirlikçi yapımcı şirketin Netflix işinde, kapitalizmin sömürücü eline bakar hale getiriliyoruz. İstilanın ekonomik boyutundan başka, kültürel boyutu daha vahim. Bu gafletin de ayrıca konuşulması şart.
Sinema sanatının doğduğu döşek sinema perdesi ve soluk aldığı yer sinema salonudur. Avuç içi kadar ekranlarda sinema sanatı hapsedilemez. Sinema; insan düşünün, hayalinin erişebileceği sınırsızlıklarda dolaşmayı geniş perdede gösteren bir sanattır.
– Covid19 sürecinden sinema sektörünün de salon gösterimi anlamında oldukça ağır etkilendiğini biliyoruz. Diğer ülkelerde sinema sektörü için kamunun destek politikaları geliştirdiğini görüyoruz. Sizce hükümet nasıl bir destek paketi sunmalı ki, sinema endüstrisi pandemi sürecinde yaşadığı olumsuzluğun üstesinden gelebilsin?
Sinema endüstrisi devlet desteğini ne yazık ki en son almaya başlamış bir sektördür ülkemizde. Batı ülkelerinde sinema hep devlet eliyle yapılagelmişken, devletimizce üvey evlat muamelesi gördü. Eğlence vergisinin, bilet rüsumunun alındığı yolunacak kaz olarak görüldü sinema. Tiyatro, bale, opera Cumhuriyetimizin kuruluşuyla birlikte devletin şefkatli kollarına alınmış sanatlardı oysa. Sinema ise tekstilden bile arkaya bırakılmıştı destek konusunda.
Sonunda 2006’dan yana her yıl verilen sinema destekleri, bitkisel hayata girmemek için debelenen sinemamıza can suyu ve yeniden diriliş nefesi oldu.
Yapım destekleri olarak son yıla kadar süren bu desteklere sinema salonu desteği de eklendi şükür. Olumsuzluklar, krizler yüzünden kapanma tehlikesiyle karşı karşıya gelen sinema salonlarına biraz daha direnmeleri için katkıdır bu.
Alışveriş merkezlerindeki zincirler, salon ve dağıtım tekelleri karşısında çaresiz kalıp, o büyük ejderhalara mağlup edilen bağımsız sinema salonlara devletin şefkat eli uzanmış oldu.
Şimdi ne yapılmalı?
Devlet baba kısmi felç geçiren sinema sektörümüze nasıl bir tedavi uygulamalı hayata döndürücü? Sinema örgütlerine, sinema meslek birliklerine bağlı olan ya da olmayan bütün sinema sanatçılarının ve emekçilerinin kısa çalışma ödeneğinden yararlandırılması sağlanmalı,
Sinema sektörünün tüm birleşenlerinin, yapım şirketlerinin, salon işletmelerinin, dağıtım şirketlerinin vergi ödemelerinin bir yıl ertelenmesi, birikmiş pirim ve vergi borçlarının faizsiz olarak uzun vade ile yapılandırılmalı,
Yapım şirketlerine, salon işletmelerine faizsiz ve uzun vadeli krediler verilmeli,
Sinema salonlarına hayatın olağan akışı başlayana kadar kira yardımı yapılmalı,
Yeni sinema yönetmeliğinde yer alan “filmlerin sinema vizyon tarihinden en az 5 ay sonra internet gösterimlerine izin verilmesi” şeklindeki düzenleme kaldırılmalı, süre aralıkları sözleşmelerle belirlenmelidir.
Sinemamız için filmler, diziler üretmiş eser sahiplerinin beklediği telif yasası, bu sıkıntılı günlerin getirdiği dayanışmaya yaslanarak bir an önce çıkarılabilir. Böylece filmlerden, dizilerden, çevrimiçi mecralardan az da olsa toplanacak telifler, eser sahibi sanatçılara bekledikleri müjde olabilir.
– Covid19 engelini elbet bir gün aşacağız, o dönem sinema sektörünün nasıl şekilleneceğini ve sinema salonlarına ilginin nasıl olacağını öngörüyorsunuz?
İnsan bir arada olmaya muhtaç. Sosyal bir varlık. Düğün- dernek, şenlik, gösteri onun için. Sinema da tıpkı tiyatro gibi insanların bir arada olma, birlikte bir kalp atış yeri. Üretmeye, seyretmeye, sanata mecburuz. Sinema salonları yine var olacak, filmler seyircileriyle büyük perdelerde buluşacak. İnsanın fıtratında birlikte olma var, birlikte eğlenme var. İnsan hilkatini inkar edemez. Sinema salonlarında eski tabirle ‘kapı pencere kırılarak’ filmler yine seyredilecek. Gösteriler sürecek. 7. sanat sinema diğerlerinden farklı olarak halk sanatıdır da üstelik.
– Covid-19 sürecinden bağımsız olarak, şunu görüyoruz, sinema filmlerinin giderek daha fazla çevrimiçi akışım ile gösterime girdiği bir süreçten geçiyoruz. Bu durumda sinema salonları nasıl bir ortama/kamusal izleme pratiğine evrilecek?
Sinemanın sanatının ululuğu seyircinin o karanlık salondaki teslimiyetiyledir. O teslimiyet sağlanmazsa zaten sinema yoktur. Mânâsı, muhtevâsı, derinliği, kuşatıcılığı, sarsıcılığı, zihne ve kalbe dokunuşu hep huşû içinde olduğumuz o mekan ile mümkündür.