Buruk tebessümle sık sık şahit olduğunuz gerçeklerin beyaz perdeye yansıması, sinemanın sanat olduğunu hissettiren filmlerden olan, hayatı anlatan cesur bir film Ağır Roman.

Metin Kaçan’ın aynı isimli romanından uyarlanan Ağır Roman, 1997’de gerek anlatım biçimi gerek çarpıcı sahneleri ile ses getiren yapıtlardandır. Yönetmen koltuğunda Mustafa Altıoklar’ın oturduğu filmin seslerini günümüzde de duymamak mümkün değildir çünkü günümüz profilini gerçekçi biçimde sunar. Kolera Sokağı’nın destanı da diyebileceğimiz filmin başrollerini Okan Bayülgen ve Müjde Ar paylaşırken Küçük İskender, Aysel Gürel, Zafer Algöz ve filmin kilit isimlerinden Arap Sado karakterine can veren Burak Sergen gibi isimlerle eşsiz bir kadroya sahiptir.

Kolera, erkeklerin yalnızca kadınlar üzerinde değil kendi aralarında da sahip olduğu hiyerarşik düzeni, kadınların cinsel objeler dışında sınıflandırıldığını pek görmediğimiz sahneleri ve delikanlılığın ne olduğuna dair tanımları –delikanlının tesbihi olur ancak bu tesbih kendinden büyüklerin yanında tutulmaz, aman diyene el kaldırılmaz, mahallenin dirliği delikanlıdan sorulur, bu kriterlere uymayan herkes “ibne”dir. İbnenin cinsel kimlikten daha fazla olmasının yanı sıra delikanlı olmanın ilk kuralı da “hetero” olmaktır– ile filmin afişinde de yazdığı gibi “her gün, her yerde bu oyun oynanıyor, bu roman yaşanıyor” biçiminde özetlenebilecek bir yaşamın acı gerçeklerinin sokağıdır.

Masalsı anlatımı, şiir gibi cümlelerle süslenmiş ancak sokaklarında kirli olayların döndüğü, arka sokaklarında haraç kesen ve kendilerini mahallenin koruyucusu olarak atamış kabadayıları ile “Kolera Sokağı”nda yaşayan kanı deli akan Salih, aşka düşerken bir yandan da kendini erkeklik hegemonyası gereklerini yerine getirmekle yükümlü bulur.

Karışık kafası, üzerindeki “delikanlı” kimliğin sancılı nefesi, saygı görmek isteyen benliği ve delicesine aşık olduğu hayat kadını Tina ile savrulduğu ağrılı yolculukta eşlik ederiz ona:

-Kolyeni bende unutmuşsun, akşam gel al.
+Yangında düşürdüm sanıyordum.
-Yangın sayılır.

Dışarıda racon kesen, herkesin saygıyla eğildiği Salih’in Tina’ya beslediği yoğun duygular artık kaybedecek bir şeyi olmasını, bir zayıf yönü olduğunu gösterir. Oysa erkek olmanın diğer kuralı kadını cinsel obje olarak kullanma ve aşık olmamaktan geçer. Aşk zayıflıktır ve racon zayıflığı saf dışı bırakmayı hedefler. Hayat kadını olan Tina’ya aşık olduğu, erkekliğine leke sürdürmeyi doğru bulmayan Salih’in Tina’ya artık çalışmasını istediğini söylerken bebekler gibi ağlaması pek çok şeyi açıklamaktadır. Salih aslında kendinden öncekiler gibi saygı duyulmayı bekleyen, duygularının etkisinde kalmaktan kurtulamayan, toplumsal olarak çoktan inşa edilmiş düzene ayak uydurmak zorunda kalan, “zamanı okşamak isteyen” bizden biridir.

Zamanından önce tahta oturan genç delikanlısı, savaş için her yolu mübah bulan kötüleri, dumanlı dar sokaklara sıkışmış insanları, Demet Sağıroğlu’nun “Bir Vurgun Bu Sevda”sı, Cem Karaca’nın “Resimdeki Gözyaşları” ile karışmış, yer altı edebiyatının beyaz perdeye taşındığı acı bir gerçek olan Ağır Roman en çokta çekildiği dönemde sanatın özgür biçimde icra edildiğine örnek olduğundan kült eserlerimizdendir.

Küçük İskender’in filmin ruhunu dile getiren dizeleri ile:

 “savrulurken raconun kırmızı pelerini o zarif öfkeye,

zaman ki sana hasta oldu

incelikli haytasın

nüksederken mahallenin maşallahı, eyvallahı

güzelleş be oğlum.

şimdilik ölümüne kadar hayattasın

şimdilik, ölümüne kadar hayattasın.”