Eşkıyalar nerede? Sevginin karşısında ne önemi var hayatın? Sevgiyi elde etmek için her yol mübah mıdır? İhanet neden edilir? Bir muska, kalkan olabilir mi? Peki ya yıldızlar, yıldızlar neden kayarlar?

1996 yılında, Yavuz Turgul’un senaryosunu yazıp yönettiği ve sağlam kadrosuyla oyunculuk ziyafeti sunan “Eşkıya” bize nice sorunun cevabını sunuyor. Nasıl mı?

Baran (Şener Şen), 35 yıl kaldığı hapishaneden çıktıktan sonra köyüne gider. Köyün en yaşlısı olan Ceren Ana’dan; en yakın arkadaşı Berfo’nun kendisini hapishaneye attıran olduğunu, altınlarını aldığını, sevdiği kız olan Keje’yi de İstanbul’a kaçırdığını öğrenir. Bunun üzerine İstanbul’a gideceğini söyler, Ceren Ana’ya da beraber gelmesini teklif eder. Aldığı cevap düşündürücü ve manidardır:

-Sen de gel benimle. Kurda,kuşa yem olacaksın.

-Kurt ve kuş bizdendir oğul,asıl kötülük başka yerde. Ben buranın delisiyim. Bir yere gidemem.

Ardından Baran’a da aslında gitmemesi gerektiğini, babasına da aynı şeyi söylediğini ancak babasının gidip başına felaket yağdığını söyler. Ardından Baran’a bir muska verir ve muskanın kendini kurşunlardan koruyacağını söyler. Bu muska başta önemli bir detay gibi gelmese de filmin akıbetini belirler.

İstanbul’a gitmek üzere trene binen Baran(Eşkıya) burada kader ortağı ve ölüm onları ayırana dek yol arkadaşı olacak olan Cumali (Uğur Yücel) ile tanışır. İstanbul’a gidene dek birkaç kelime dışında muhabbet etmezler ancak garda Cumali uyuşturucu kaçakçılığı yaptığı için polisin kendini aradığını görür, trenden inmeden önce Baran ile bavullarını değiştirerek ‘bavulu tarla başındaki Kısmet Tamirhanesi’ne getirmesi’ gerektiğini yalvarırcasına rica ederek hızla oradan uzaklaşır.

Birkaç saat sonra Cumali kaçakçılık yaptığı adam tarafından yakalanır ve öldürülecekken Baran bavulu getirir ve Cumali’nin canını kurtarır. İşte bu iki dostun ortak kader yolculuğuna ilk adımlarıdır.

Cumali’nin mahallesinde kaldığı otele giderler. Cumali’nin aklı karışıktır,  hem sevdiği kadına sahip olma isteğiyle yanıp tutuşur hem de para kazanmak ister. Baran’ın ise bildiği iki şey vardır: Keje’nin İstanbul’da yaşadığı ve onu ne pahasına olursa olsun onu bulması gerektiği. Bunu Cumali’ye anlattığında, “10 milyon insan yaşıyor burada,bulamazsın” cevabını alır ve kararlılığını şöyle ifade eder: “Gerekirse on milyonunda yüzüne bakacağım”.

Cumali ise mahallesinin kızı Emel’e (Yeşim Salkım) sevdalıdır. Öyle ki Emel’in her istediğini yapar, buna Emel’i hapiste olan abisini -aslında bu Emel’in sevgilisidir- görmeye götürmesi ve abisinin hapisten kaçabilmek için yüklü miktarda ihtiyaç duyduğu parayı bulmakta dahil.

Bunlar olurken Eşkıya sokakları gezmekte, uzak mesafeleri ise boynundaki dürbünle izleyerek Keje’sini aramaktadır. Bir gün oteldeki çocuk dürbünle etrafı izlemek ister ve aynı zamanda Baran’a sorular sorar:

– Kim kullanır bunu (dürbünü)?
+ Jandarma, subay bir de eskiden eşkıyalar.
– Eşkıya ne?
+ Yol kesen, haraç alan, dağlarda yaşayan yani senin benim gibi insan oğlu.
– Sen eşkıya tanır mısın?
+ Birini bilirem. Adı Baran’dı. Babasını aşiretin reisi mayına yolladı, öldürdü. Baran’da ağasına isyan edip dağa çıktı. Baran çok genç o zaman, bir kıza da sevdalı. Müthiş nişancı. İşte şöyle bir dağdı gittiği, yaman bir dağ. Ağanın adamı olan eşkıyalarla savaştı o zaman. İşte bu dürbünle onları bulup bastı kurşunu.
– Baran sen misin?
+ Evet benim.

Bunları Cumali’de duyar ve oturtur beynindeki boşluklara yapbozun kayıp parçalarını.

O akşam Eşkıya televizyonda tesadüfen görür Mahmut Şahoğlu’nu yani namı diğer Berfo’yu -Mahmut Şahoğlu, Türkiye’nin sayılı zenginlerinden olmuştur- ve gider evine. Yüzleşir onunla, dostum dediği adamla, ihanetle…

Berfo, Keje’ye çok aşıktır. Ne polise dostunun yerini söylediğinden pişmandır ne altınları alıp Keje’nin ailesini ikna ettiğinden ne de dostunun sevdiğiyle evlendiğinden pişmandır. Hatta Baran’a “sen aşkın uğruna tüm bunları yapamazdın, ahlaksız olamazdın. İşte ben bu kadar sevdim Keje’yi. Cehennemde yanmayı göze alacak kadar” diye çıkışacak kadar haklı bulur kendini. Tek bir yarası vardır o da Keje’nin suskunluk yemini edip, 35 yıldır tek kelime etmemesidir ne Berfo’ya ne başka bir insanoğluna. Berfo; Baran’dan, Keje ile konuşmasını ve konuşturmasını ister. Der ki: “Eğer seninle de konuşmazsa anlarım ki hayata küsmüştür. Diri diri mezara koymuştur kendini”.

Ama ya konuşursa? İşte o zaman Keje’yi alıp gitmesine ses etmeyecektir.

Keje ile konuşmaya gider ve başlar sevdanın en naif, en yıllanmış, sabırlı yanıyla yüzleşmemiz:

-Keje… Beni hapiste vurdular, ölmedim. Hastalandım, bir ciğerimi orda bıraktım gene ölmedim; çok dövdüler beni, kan kustum ama ölmedim; yaşadım, seni bir kez daha görebilmek için yaşadım. Şimdi bana dediler ki; kimse sesini duyamıyormuş. Susmuşsun. Benimle de konuşmayacak mısın Keje. Sesini duyamayacak mıyım?

+ Eşkıyalar ölünce hala yıldız olur mu?

– Dağlardayken, geceleri binbir haşerenin, kurdun sesini duyarsın. Yatardım bir kayanın üzerine ve gökyüzünü seyrederdim, yıldızları. Seni düşünürdüm. Sonra bir yıldız kayardı ve derdim ki: “işte, bir eşkıya daha ölmüştür.” Çocukken, sana eski zaman eşkıyalarının masallarını nasıl anlattığımı düşünürdüm, senin yıldızlara bakışını.

+ Ben de… Geceleri yıldızları seyrediyrem ama seni görmemişem. Yaşadığını anlamışem. Geleceğin günü beklemişem. Sesim… Şimdi bana çok tuhaf geliy. Sankin başkası konuşıy, ben dinliyrem.

– Ben ömrümce bu dakka için yaşamışım. Artık ne olursa olsun, önemi yoktur. Seni gelip alacağım. Beni bekleyesin, Keje.

Eşkıya mutlu oladursun, Cumali arkadaşlarıyla beraber Demircan’ın -dönemin en tehlikeli uyuşturucu taciri- mekanına gidip kendilerine iş vermelerini isterler. Maddeleri insanlara satarak para kazanırlar ancak Cumali, Emel’in abisini çıkarmak için mallardan arttırdığı iki poşeti arkadaşlarından ve Demircan’dan saklayarak satar ve hapisten çıkarır abiyi.

Ertesi gün Emel’in annesinden öğrenir abisi değil, sevgilisi olduğunu o adamın. Yerlerini öğrenip arkadaşları ve Eşkıya ile beraber basmaya gider. Hesap sorar bir zamanlar gözlerinin içine bakıp “seni çok seviyorum lan, çok seviyorum. Gebericem ulan bu sevgiden”dediği kadından ve dayanamaz vurur ikisini de. Artık hem Demircan’ın uyuşturucusunu çaldığı için hem de polis tarafından aranan bir suçludur.

Demircan yakalar Cumali’yi. Olanlara şahit olan Eşkıya, “borç benim borcumdur, bundan sonra benimle konuş” diyerek Demircan’a parayı ödeyeceğine dair söz verir. Ayakları onu Keje’ye, Keje ise onu Berfo’ya götürür. Berfo çek yazar ve der ki “bir çocuğun hayatına karşılık Keje ha, bir hayata karşı Keje. Hayatın ne önemi var sevda karşısında?”

Baran ise Keje’ye dönüp: Daha ne kadar yaşarım bilmiyem ama son nefesimi vermeden senden vazgeçmem. Her şeye rağmen bir gün çıkıp gelebilirim Keje.

+ Ben susarım Baran, sen dönene kadar…

Baran çeki Demircan’a verir ve kurtarır Cumali’yi. Ancak çek karşılıksızdır ve Cumali’yi mahalleye girer girmez vurur Demircan’ın adamları.

Cumali, ebediyete kavuşmadan çok korktuğunu söyler Eşkıya’ya, Eşkıya:

“Korkma, sadece toprağa gideceksin. Sonra toprak olacaksın. Sonra sularla birlikte bir çiçeğin bedenine yürüyeceksin. Oradan özüne ulaşacaksın. Çiçeğin özüne bir arı konacak. Belki, belki o arı ben olacağım” diye veda eder dostuna.

Ardından Baran önce Berfo’yu sonra Demircan ve adamlarını vurup öldürür hiç yara almadan. Kaldığı otelin çatısında çevresini yaya ve helikopterle polisler sarar. Onlardan kaçarken boynundaki muskayı düşürür ve çok geçmeden fark eder düşürdüğünü.

Aslında muska kaderini yönlendirmiştir. Herkese borcunu ödeyip, vazifelerini yerine getirene kadar hiç canı yanmamıştır ancak hesabı sona erdiğinde kendi veda etmiştir Baran’a. Baran göğe bakar ve son sözler şöyledir:

– Geliyorum eşkıyalar, geliyorum. Keje…

Polislere doğru yürür ve sayısız defa kurşunlanır. Çatının tepesinden göğe bakıp kollarına “artık özgürüm” diyorcasına iki yana açarak atlar.

Kejeo sırada göğe bakmaktadır ve bir yıldızın kaydığını görür.

– Güle güle Eşkıya…

Evet, gerek müzikleriyle kulağımıza tat katan, gerek oyunculuklar ile göz dolduran bu sinemanın en ihtiyaç duyulduğu anda çıkıp gelen kaliteli yapıt, göz doyurdu. Ancak birçok detay vardı atlanmaması gereken.

Neden sevdiği kadına tercih etti daha bir aydır yanında kaldığı adamı Baran? Çünkü filmde yoğun bir eski-yeni, doğu-batı çatışması görmekteyiz. Eskiden insanlar kadir kıymet bilirler, bir yanlışa bin güzel hatırayı silmezlerdi. Baran eskiyi, doğuyu temsil ediyordu. Ve filmde geçen: “Bir hapisteyken iki tane Kemal tanırdık. Biri Mustafa Kemal öteki Dodo Kemal. Dodo Kemal çocuk yaşta bir mahkumdu. Katildi. Her sabah erkenden kalkar, gasteleri önce o alır deli gibi çevirirdi. Af haberi arardı. Yıllarca af haberi aradı. Sonunda bir aftan yararlanarak dışarı çıktı, bir hafta sonra birini öldürüp tekrar hapise düştü Dodo Kemal. Sana bakında hep o çocuk aklıma geliyor. Eğer benim oğlum olsaydı senin yaşında olacaktı.
+ Benim babam da yaşasaydı senin yaşında olacaktı Eşkıya.”
Kesitinden anladığımız kadarıyla Baran, doğmamış oğlu yerine koyuyordu Cumali’yi; bundandır tercihinin yönü.

Aynı zamanda Cumali’nin sevdiği kadından, Baran’ın ise en yakın arkadaşı tarafından ihanete uğradıklarını da atlamayalım.

Ve filmde verilmek istenen mesajlardan biri de Demircan’ın da dediği gibi “eşkıya kaldı mı dağlarda artık emmi, eşkıya artık şehirde” meselesidir. Modern eşkıyalar şehirde, her yerdedir.

Aynı zamanda filmde Cumali ve Baran’ın vedalaşma sahnesinden anlaşılacağı gibi reenkarnasyon inanışı ve yıldızlardan sevdalıların birbirlerinin yaşadığını anlamalarından gördüğümüz üzere mistisizm de söz konusudur.

Sonuç olarak şuna görebiliriz ki sevdanın iki türü vardır: Biri acımasız olan, yıkıcı, ihanetten destek alan ve hayatı sevda karşısında kıymetsiz gören, Berfo gibi.

Diğeri de yapıcı, sabırlı, acısı da baş üstüne diyen ve kavuşmayı esas almayıp hasretten nemalanan sevda. Tıpkı Baran gibi… Keje gibi…

Galiba ne olursa olsun Baran gibi eşkıyalar ve yaşlı kültürleri, Keje gibi sevdasına sadık suskunları ve Cumali gibi kanı deli akan haylazları görmeliyiz. Sevda hayat karşısında ne derece önemli bilmiyorum fakat Eşkıya, sinema sektörü için güzel bir pusula, hiç şüphesiz.