“Hayatımızda olup biten her şey karanlık odada beliren fotoğraf kareleridir. Onlar hatırladıklarımız, gerçekliğin gölgeleridir. Işık verilen kağıttaki biçimler kimyasal bir tepkime ile bir anda hiç yoktan ortaya çıkarlar. Nitekim anılar da karanlığın arasından içimizde belirir. …Bu bildiğimiz dünya bir karanlık odadan başka bir şey değil.”
GÜRCAN KELTEK, Gulyabani 2018
Gürcan Keltek’in yarı kurmaca belgeseli Gulyabani, Türkiye prömiyerini Başka Sinema Ayvalık Film Festivali’nde gerçekleştirmişti. Montreal Uluslararası Belgesel Festivali’nde Mansiyon Ödülü’ne layık görülen belgesel film şu sıralar MUBI Türkiye’de yayında. Festivaller ve MUBI gibi platformlar dışında yönetmenin filmlerine erişim neredeyse imkansız denecek ölçüde.
Keltek, Gulyabani’nin İzmir’de kendi kuşağından belli bir kesimin iyi bildiği bir müneccim olan Fethiye Sessiz’in içinden çıktığını söylüyor 2018 Bantmag röportajında. Fethiye’nin klasik bir müneccim olmadığını söyleyen Keltek, Fethiye’nin ölülerle konuşabildiğini, geleceği ve geçmişi aynı anda görebildiğini söylüyor. Röportajın devamında yönetmen aynen aşağıdaki ifadelere yer veriyor.
“Karakterin yaşadığı, genç kızlıktan zorla çıkarıldığı dönem tam da 1970’lerin sonu 1980’lerin başıydı. Bu tarihi fon kendiliğinden ordaydı yani. Diğer yandan baskıcı rejimleri oluşturan zihniyetin mantık dışıyla, doğaüstüyle, batıl itikatlarla olan tuhaf ilişkisiyle ilgili bir film yapmayı ne zamandır istiyordum. Fethiye karakterinde beni çeken, etrafında olup bitenleri sürekli izliyor, gözlüyor olması. Adeta zoraki bir tanıklık söz konusu. Onun gözünde bu dünyadan göçenler bir yere kaybolmuyor, oldukları yerde kalmaya devam ediyorlar. Askerî darbe gibi insanlığın tamamen komaya girdiği dönemlerde, hafızamız ve inanç sistemimizi belirleyen her şey kolektif olarak büyük bir bozulmaya uğruyor, sonrasında da susuyoruz. Fethiye’nin zihni susmuyor, her şeyi hatırlıyor, anlatıyor. Hatırlamanın nasıl bir şey olduğu Gulyabani’nin arka planını oluşturan bu kontrast, bütün bu birbiriyle alakasız görünen ama tam da aynı anda gelişen olaylar zinciri filmi yapma isteğimle bağlantılı aslında. Batıl inançlara, doğaüstüne bir inancım yok ama insanların onlarla kurduğu tuhaf ruhani bağ bir sinemacı olarak çok ilgimi çekiyor.” (“Yaralı bir ruhla yaşadığımız kısa bir yolculuk”: Gürcan Keltek ve “Gulyabani”, 2018 Bantmag)
Askeri darbe gibi insanlığın tamamen komaya girdiği dönemlerde, hafızamızı ve inanç sistemimizi belirleyen her şeyin kolektif olarak büyük bir bozulmaya uğradığını söyleyen Keltek, Gulyabani ile toplumbilimsel düşün yeteneğine sahip Fethiye Sessiz’in içinden geçiyor. Hafıza, deneyimlerimizin belli bir zaman diliminde gerçekleştiğinin farkında olarak insan bilincinde yerini alması durumuyken toplumsal hafızanın içerisinde yer alan kavramların topluma nasıl yansıdığını örnekleme durumu, bir anlamda hafızanın toplumda nasıl işlev gördüğünü ve bunun yansımalarının ne biçimde olduğunu görmenin karşılığıdır. Hafızayı kişisel tanımların dışında tutup toplumsal olan ile bütünleştirdiğimizde ortaya Gulyabani çıkıyor.
Günümüz insanının gereksindiği şey, kendisinin dışındaki dünyada ve kendi benliğinde olup bitenleri anlamasını sağlayacak düşünsel bir nitelik kazanmaktır. Toplumbilimsel düşün yeteneğine sahip olanlar tarihsel dönemlere ve bu dönemin olgularına, bunların değişik ve çok sayıdaki insanın iç yaşam ve dışsal kariyerleri açısından taşıdığı anlamları yönünden bakabilme yeteneği kazanmışlardır. Toplumbilimsel düşün yeteneğine sahip olanlar insanların yaşadıkları gündelik hayatın keşmekeşi içinde kendi toplumsal konumları (pozisyon) hakkında nasıl yanlış ve yanıltıcı bir bilinçsizlik içinde bulunduklarını göz önünde tutmak gerektiğini bilirler. (C. Wright Mills, Toplumbilimsel Düşün, 1979)
Mills’in toplumbilimsel düşün yeteneği olarak tanımladığı şey Fethiye Sessiz’in içinde. Gulyabani’yi izlerken sıradan insan deneyimine siz de ortak oluyorsunuz ve Fethiye’nin anlattıklarının içinde bir anda kendinizi bulabiliyorsunuz. Keltek, Gulyabani’yi kurgularken yeteneği sadece Fethiye Sessiz için yaratmıyor, seyirci olarak tanık olduğunuz andan itibaren Fethiye ile o yolu birlikte yürüyorsunuz. Olana bitene seyirci kaldığınız noktada güçsüzleşirsiniz. Gulyabani bu güçsüzlüğe sert bir biçimde karşı çıkmanızı sağlıyor. Fethiye’nin oğluna yazdığı mektuplar da bu direnişin somut bir örneği aslında. Fethiye’yi Gulyabani olarak gören bir aile, içine cin kaçtığını sanan bir kardeş, saçlarında şifa arayan bir çevre, memeleri çıktı diye okula göndermeyen ve el ayak çekildiğinde kızının “ayıp” yerlerine dokunan, canını yakan bir baba… Fethiye buradan sesleniyor geçmişe ve geleceğe.
Özel olanın politik alana dönüştüğü bir dil Gulyabani. Bu politik alanın içinde var olmaya çalışma durumu ise bahsi geçen toplumbilimsel düşün yeteneği ile benzerlik göstermektedir. Gündelik hayatında sürekli sorunlar ile boğuşan, onlarla mücadele etmeye çalışan birey, kendi özdenliğini korumak için moral duyarlığını yitirmediğinde, kendi özel yaşamının dışındakiler ile yani kendinden başkaları ile ilgilenmemeyi çıkar yol saymadığında, kendisini yalnızlık içinde hissetmeyecek dolayısı ile herhangi bir hafıza zararında umutsuzluğa da kapılmayacaktır.
Canımızla bedel ödediğimiz toprakların içinden doğuyoruz, iki dünya arasında sıkışmışız ne gidebiliyoruz ne kalabiliyoruz, bu topraklarda ölüyoruz, yaşarken. Bir başkasını anlayamadığımız için sancılanıyoruz. Hayali kahramanların yerlerinin hayalini kurmadığımızdan acıları unutamıyoruz. Başka hayatlar tahayyül edersek başka dünyayı da mümkün kılabiliriz. Ne de olsa “dil eski bir şehirdi ve sürekli değişiyordu.”