Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni, adından da anlaşılacağı üzere sıradan filmlerin dışında kalan ve film içinde film sunan katmanlı bir yapım. Hem döneminin siyasal özelliklerini yansıtması hem de sahip olduğu derin karakterler ile psikolojik ve siyasi zeminlerde birçok ayrıntı barındırır.

Açılış sekansında aynada kendine çeki düzen veren,pipo takan bir adamı izleriz. Bu adam daha sonra operaya gider uyuyakalır, sergiye gider boş gözler ile resimleri inceler. Bu hareketlerinden dolayı sanki bir arayış içindeymiş fakat ona ulaşmak için gereken ilhama bir o kadar da yabancıymış izlemini alırız. O adam, baş karakterimiz Haşmet Asilkandır ya da gerçeğin ta kendisi olan bir tamlamayla Kunduracı Fahri’nin oğlu Mümin.

Haşmet sinemaya gönülden tutkuludur. Öyle ki henüz ilkokuldayken sinemanın çöplüğündeki filmleri çalıp okulda beş kuruşa gösterirmiş. Bu tutkuyu yıllar içerisinde yönetmen olarak çektiği unutulmaz aşk filmlerine yansıtmıştır. Fakat artık devinimin peşinde koşmakta ve kendi deyimiyle diyalektiğin merkezinde olan değişime ihtiyacı vardır. Artık bireyci filmler ele almaktansa toplum sorunlarına değinen ve toplumun sesi olan filmler çekmeyi hedeflemektedir.Sesini duyurduğu toplum tarafından saygı görmek, adını ölümsüzleştirecek filmler çekmeyi arzulamaktadır. Ne var ki o dönemde 12 Eylül Darbesinin yarattığı sansür ile ana akım medyada toplum sorunlarını ele almak son derece hassas bir konudur.

Hal böyle olunca Haşmet, hem filmin konusu hem de ekonomik koşullar itibariyle yapımcı Murat ile ters düşer. Filmde Müjde Ar oynayacak vaadi bile yapımcıyı ikna etmez. Diğer yapımcı Abdülkadir’e, Müjde Ar fikri cazip gelmiştir, senaryoyu görmek ister, konusundan dolayı çekinse de filmi çekmeyi kabul eder.Böylece eldeki imkanlar ile çekime başlanır.Fakat gerek ekip gerek teknik açıdan ‘’Balık baştan kokar. ’’ atasözü karşılık bulur.

İlk darbe filmin en önemli kaynağı olarak gördüğü Müjde Ar’ın telefon edip filmde rol alamayacağını söylemesiyle gelecektir. Diğer büyük darbeyse sürecin en başında yapımcıdan gelmiştir. Çünkü dönemin şartlarında iş gücü maliyetlerinin azaltılması hedeflendiği için düşük bütçeli bir prodüksiyon sağlar, ekipman konusunda son derece cimridir. Bu cimriliklerinden biri film bir köşkte geçer, diğer bir deyişle tek mekan filmidir.Işık kullanımı oldukça önemlidir.Haşmet sis makinesi ister, yapımcı kaçınır. Ekip desen Haşmet yapımcı Abdülkadir’e kameramanın kim olduğunu sorunca aralarında şu diyalog geçer:

Abdülkadir: Hakkı olsun iyi çocuktur.

Haşmet: O herif olmaz, gözü görmüyor, flu çekiyor, ben ona değil film çektirmek akü kutusu taşıtmam.

Abdülkadir: Hakkı’ya sen istediğini söyle şıp diye anlar ve yapar. Bakma son zamanlarda biraz serdi yoksa iyi kameramandır.

Haşmet: Abdulkadir abicim şu film için altı aydır uğraşıyorum. Senaryo parası almıyorum, yönetmenlik ücretimi nerdeyse yarıya indirdim, avans bile almadım. Makyöze hayır dedin, art direktöre hayır dedin, artık sineğin yağını çıkarma.

Abdulkadir: Aşk olsun Haşmet, yahu film çekiyorum diye millet deli gözüyle bakıyor bana, ne istiyorsun yani iflas mı edeyim?

Haşmet bu duruma da boyun eğer ve ‘’Av ve Avcı’’ filmi için diğer ekip ve oyuncular da netleşmeye başlar. Öncelikle Haşmet asistan olarak Tolgay’ı ister. Bu isteğin en önemli nedeni Tolgay’ın sol takımla yakın ilişkilerde olması ve çevresinden yararlanabileceğini düşünmesidir.Oyunculardansa ilk olarak Tarcan belirlenmiştir.Sonraları yıldırım gibi gelen ayrılık haberi ile Müjde Ar’ın yerine oynayacak bir oyuncu da bulmak gerekir. Bu oyuncu ise Tolgay’ın en başından beri önerdiği Jeyan’dır. Jeyan hapse girip çıkmış, sol kesimden genç bir kadındır bu yüzden filmin teması ile uyumlu bir karakterdir.

Fakat Haşmet onu kabullenmekte güçlük çeker, her seferinde ona ‘’Müjde’’ diye hitap eder. Aslında arada bir aktarım oluşur, bilinçaltında Jeyan’ı Müjde olarak görmek ister, dil sürçmeleri ile de bunu dışarı vurur. Jeyan bu durumu sinirlense de film çekimleri devam eder ta ki cenaze dolayısıyla ara vermek zorunda kalana kadar. Bu cenaze Av ve Avcı filminin oyuncularından aynı zamanda Haşmet’in eski dostu olan Nihat’ın cenazesidir. Bu eski dostların yol kesişimleri birgün Haşmet’in okey oynadığı kahve masasında Nihat’ın adının geçmesi üzerine onu ziyaret etmesiyle başlar.

Nihat kendini geçmişte izole etmiş bir karakterdir, şimdiki ve gelecek zaman kavramı onun için yoktur sık sık eski filmleri izler,onların içinde yaşadığını söyler.Geçim kaynağı ise sattığı kitaplarıdır, içki ise en yakın arkadaşı.Dışarı çıkmadığı için o kadar vahşileşmiştir ki yemek yeme tarzına da bunu yansıtır. Fakat Nihat bu ziyaretten sonra kendini toparlar, Haşmet’in yanına gelir ve artık satacak kitabı kalmadığını ve geçim kaynağı olarak filmde rol almayı istediğini söyler, Haşmet de ona baba rolünü verir. Ne yazık ki Nihat çekimler sırasında kalp krizi geçirir. Haşmet: “Nihat, ölemezsin film bitsin öyle öl!” der. Bu replik bana Werner Herzog’un ‘’Buzda Yürüyüş’’ adlı kitabında kaleme aldığı arkadaşı Lotte Eisner’in hasta yatağında olduğunu duyunca verdiği şu tepkiyi hatırlattı: ‘’Olamaz, dedim, şimdi ölemez. Alman sineması şu an onsuz yapamaz,bu önemli kadının ölmesine izin veremeyiz.’’

Her iki yönetmenin da başvurduğu savunma mekanizması ‘inkar’ tıpkı yaşadıkları olay gibi ortaktır. Nihat, yıllardır baktığı babasından kalan miras olan kaplumbağasını Haşmet’e emanet eder.Böylece kaplumbağa filmin metaforik ögesi haline gelir ve Haşmet’e yoldaş olur, hatta bir nevi ayna.

Bu esnada bir de sette Haşmet ve Jeyan arasında duygusal bir yakınlaşma başlar. Bu bağ, karşılıklı olma açısından müphemdir çünkü Haşmet tıpkı filmin başında dış görünüşüne verdiği imajlar gibi Jeyan’ın gözüne girmek için de bir persona yaratır. Ona Galatasaray Üniversitesi mezunu olduğu yalanını söyler ve yaşam tarzını farklı şekilde yansıtır. Bağları kopacak onun ilgisini kaybedecek korkusuyla kendinden çok farklı bir imaj yaratır. Soru işaretleri ile dolu olan bu ilişki Jeyan’ın Tarcan ile birlikte olduğu ortaya çıkınca noktalanır ve setten kovulurlar.Bir de üzerine Tolgay TRT’den aldığı teklif ile setten ayrılma kararı alınca tam bir yaprak dökümü yaşanır.

Her şeye rağmen Haşmet filmi bitirmekte kararlıdır. Öyleki ‘’önümde diz çökmeden affetmek yok’’ dediği Jeyan’a sete dönmesi için aynı cümleyi kurar.Tam bir dramatik ironi yaşanır çünkü diz çöken Haşmetin ta kendisidir. Oyuncular sete döner, yaşanan tüm ekonomik ve duygusal kaoslara rağmen film çekilir. Gala ise tam bir hayal kırıklığıdır. Haşmetin çok güvendiği,desteklerini beklediği kesim filme ilgi göstermemiştir. Gelen azınlığın çoğu da filmi gösterimdeyken terk etmiştir. Artık Haşmet için kendiyle yüzleşme vakti gelir.

Jeyan’a şikayet ile karışık sitem eder sol kesimi kast ederek ‘’Neredeydi seninkiler? Onların gözüne girebilmem için daha ne yapmam lazımdı..’’ der. Jeyansa konuşmanın sonunda sürecin özeti misali ‘’Sen dışarıdasın…’’ der. Haşmet hayatında bir kez olsun kabuğundan çıkıp devrimcilerin penceresinden hayata bakmaya çalışmış, bilinçsiz öykünmeler ile dış görünüşünü değiştirmiş ve toplum sorunlarını 12 Eylül teması ile ele alan bir film çekmiştir. Fakat bürünmek istediği kimliği, aidiyeti onu içine çekmemiştir. İlgi görmeyen filminden dolayı yediği set darbeler ile evine, kabuğuna sert bir şekilde dönmüştür. Artık burası da ona dar gelmeye başlayınca yaşadığı duygusal acıyı intihar ile dindirmeye karar verir. Tam o esnada uzun uzun telefon çalar.Arayan bir yapımcıdır ve ondan bir aşk filmi çekmesini ister. Haşmet, sanki hiç intihara teşebbüs etmemişçesine bir tavırla yapımcı ile randevulaşır, aşk filmleri ile ruhunu sağaltmaya devam eder ve yeni bir sayfa açar.