“Asla kendim için yaşamadığı farkettim, sadece onun yaşamını destekliyordum.

Klasik bir soruyla başlayayım, sizce evlilik aşkı öldürür mü? Realistlerin haykırarak evet diye bağırdığını duyabiliyor, romantiklerinse tabii ki hayır diye gülümsediklerini hissedebiliyorum. Bana soracak olursanız ben ilk görüşte değilse de aşka inanlardanım, havadaki o enerjiyi hissetmek nirvanaya ulaşmak gibi gelir bana. Sesinden, bakışından, davranışından anlarsınız size aşık olduğunu veyahut buna inanmak istersiniz. Bu süreçte bulutların üstünde gibi hisseder, bazı olumsuzlukları gözardı eder ve yolunuza umutlarla devam edersiniz. Fakat işler ciddileşince o olumsuzluklar görünür olur, sizi bulutlardan aşağı atar ve o umut ve aşk dolu kalbiniz gerçeklerle yüzleşir.

Noah Baumbach yönetmenliğinde çekilen ve başrollerinde Scarlett Johansson ve Adam Driver’ın yer aldığı ABD yapımı bir dram filmi olan Marriage Story işte tam da bunları hissettiriyor. Birbirine aşık olup evlenen oyuncu Nicole ve tiyatro yönetmeni Charlie evliliklerini sorgulamaya başlıyor ve biz de boşanma süreçlerine şahitlik ediyoruz. Bu boşanma sürecine filmin ilk sahnesi olan arabulucu görüşmesinde dahil oluyoruz. Birbirlerini çok iyi tanıyan Nicole ve Charlie’ye arabulucu neden evlendiklerini hatırlatmaya çalışarak, onlardan birbirlerinde sevdikleri yönleri yazmalarını ve ardından okumaları istiyor. Bu sahnede aslında birbirlerine karşı ne kadar hassas olduklarını, zevklerinden ne kadar haberdar olduklarını, birbirlerini ne kadar iyi tanıdıklarını ve aslında birbirlerindeki eksik parçaları tamamladıklarını görüyoruz. Ancak Charlie’nin aksine Nicole bunları sesli bir şekilde okumak istemiyor ve arabulucu görüşmesinden ayrılıyor. İçinde hem aşkı hem de nefreti bir arada barındıran Nicole, aşık olduğu adamın yörüngesine girdiğini düşünüyor. Evlenmeden önce Los Angelas’ta bir film yıldızı iken, evlendikten sonra New York’a yerleşip sadece eşinin yönetmen olduğu tiyatroda oynamaya başlıyor ve fakat evlilikleri boyunca Los Angelas’a dönmek için Charlie’yi ikna etmeye çalışıyor: orada evleniyorlar, çocukları orada doğuyor ve boşanma kararı alınca da oraya dönüyor. Charlie ise Nicole’un bahsettiği gibi New Yorklu olmamasına rağmen bir New Yorkludan daha çok New Yorklu. İdealleri olan bir yönetmen ve bu idealler uğruna eşinin isteklerini görmezden gelebiliyor. Nicole onun zeki ve yaratıcı olmasına o kadar hayran ki bunun onun için yeterli olacağına inanıyor, ta ki aldatılıncaya kadar.

Genelleme yapmaktan kaçınarak, pek çok kadın sorunları bazen görmezden gelerek, bazen de çözmeye çalışarak evliliğini sürdürmeye çalışır ancak ihanet affedilemeyecek bir suçtur. Hayatındaki erkeğin hegemonyası altına girip, görünmez olan Nicole aldatmayla yüzleşince işler dönülmez bir yola giriyor. İlişkileri kötü olsa da sürdürülebilir iken aldatılması onu daha çok acıyor. Filmin ikinci kritik sahnesi olan Charlie’nin evinde kavga ettikleri sahnede bu aldatılma gün yüzüne çıkıyor. Filmin başında iyi huylarını gördüğümüz karakterlerin, bu sefer de kötü yüzlerini görmüş oluyoruz. Ortak noktada buluşmak için yapılan konuşma bir anda birbirlerine karşı nefretlerini kustukları bir ana dönüşüyor. Aşkın nefrete ne kadar yakın olduğunu, o aradaki çizginin ne kadar görünmez olduğunu bir kere aşık olan herkes bilir. Birbirlerine olan aşkları o kadar yıpranmıştır ki nefret galip gelecektir ve Charlie belki bizi beynimizden vuran o cümleyi kurar: “Onunla yattığıma sinirlenme, onunla birlikte güldüğüme sinirlen.” Fiziksel olarak aldatılmayı görmezden gelebilirsiniz ama sevdiğiniz insanın başka biriyle güldüğünü dahi düşünmek size acı verebilir.

Değinmek istediğim bir başka husus da filmdeki babalık olgusu. Charlie oğluyla ilgili bir baba, oyunlar oynayan, ona yemek hazırlayan yani yapılması gerekeni yapan bir baba. Nicole ise avukatıyla mahkemede konuşacaklarını prova ederken, bize bambaşka bir babalık anlatısı sunuyor. İyi bir anne alkol kullanamaz, iyi bir annenin kötü alışkanlıkları olamaz, çocuğunu azarlayamaz, Eğer bunları yaparsa toplum onu dışlar ve kötü anne ilan eder. Avukat Nora’nın iyi anne tanımlaması şuydu: “İnsanlar çok fazla şarap içen, çocuklarına bağıran ve pislik diyen anneleri kabul etmez. Kusurlu bir babayı kabullenebiliriz. İyi baba fikri, dürüst olalım 30 sene önce icat edildi. Ondan önce babaların sessiz, dalgın, güvenilmez ve bencil olması bekleniyordu. Ama şimdi farklı olmalarını istiyoruz.” Charlie berbat bir baba olsa bile bunun mahkemede bir önemi yok. Nicole Meryem Ana gibi mükemmel bir anne olmalı.

Bazı şeyler bitmesi gerektiği için biter. Bazen kendimizi özgürleştirmek, bazen de dilediğimiz bir hayatı yaşamak, kendimizi gerçekleştirmek için aşkımızdan vazgeçeriz. Hatta ‘bazen hiç başlamaması bir gün bitmesinden iyidir, çünkü beraberlik yaşlanırken bir terk ediş gençleşir.’ der kendimizi o bitişe hazırlarız. Filmin sonuna doğru ‘acaba boşanmaktan vaz mı geçecekler, barışıyorlar mı?’ diye düşünmekten kendimizi alamazken, bir yandan da Nicole’nun Los Angelas’ta, Hollywood’da mutlu olmasını, Charlie’nin ise Broadway’da tiyatro oyunu yönetmesini delice istedik. Çünkü aşk kendi varlığını, isteklerini içinde eritmediğin sürece sana ait bir duygu. Tavizler vererek, tek taraflı fedakarlıklar yaparak bir ilişki sürdürmek aşktan ziyade bir alışkanlık, bir bağımlılık. Marriage Story bunun önüne geçilebilir bir şey olduğunu izleyicisine gösterebilen bir film, aşkı bile kendiniz için yaşayın dercesine bazen evliliklerin bunun önüne geçebildiğini bize sahnelerinde yaşattığı duygu aktarımlarıyla güçlü bir şekilde yansıtmakta.

Marriage Story kendimizden parçalar bulduğumuz, samimiyetiyle ve bizi içine çeken diyaloglarıyla aşk, evlilik, boşanma, ayrılık üzerine 2019’un en iyi filmlerinden biri, şüphesiz ki bu nedenle Oscar adayları arasında. Karşısında güçlü adaylar olmasına rağmen muhtemelen oyunculuk ve senaryo kategorisinde rakiplerini zorlayacak.