“Bazen insan konuştuğunda kayda değer bir gelişme olmadığını bildiğinden susar ve buna yaşanmışlık denir.”
Yozgat Blues, taşrada yaşamlarını sürdürmeye çalışan karakterlerin yaşadığı varyasyonu ve buna bağlı olarak yaşadıkları duyguları anlatan bir film. Oldukça düşük tempolu, hatta kimi zaman sıkıcı, olayların pek de bir şey olmuyormuş gibi aktığı bir film. Bu nedenle filmi ancak bütününe hâkim olduğunuzda hatta biraz olsun sindirebildiğinizde anlayabiliyorsunuz. Tavsiyem filmi acele etmeden, üzerinde düşünerek ve ciddiye alarak anlamaya çalışmak..
Mahmut Fazıl Coşkun’un yönettiği Yozgat Blues; İstanbul’da tek yaşayan, belediye kursunda müzik dersi veren, aynı zamanda düğünlerde ya da alışveriş merkezlerinde kimsenin dinlemediği Fransızca şansonlar söyleyen, oldukça ciddi, 50 yaşlarında bir müzisyen Yavuz (Ercan Kesal) karakterini merkeze alır. Film, böyle bir şeyin mümkünlüğünü sorgulatıp duruyor insana. Filmin senaryosu yarı gerçeküstü bir zeminde Tarık Tufan tarafından kaleme alınmış. Gerçeküstü dedim ama bir yandan da oldukça gerçekçi. Kimsenin fark etmediği, kimsenin anlamadığı, kimsenin aslında kim olduğunu ve nereden geldiğini, hatta neden bu işi yaptığını anlamadığı bir adam Yavuz.
“Peki aşk mı, ayrılık mı, hüzün mü Yavuz Bey?”
Yavuz aslında ilginç bir adam. Onu hayata bağlayan tek şey yaptığı müzik, her kapı onun için müziğe açılıyor. Kendini ifade edebildiği, gözlerini kapatabildiği tek an şarkı söylemeye başladığı an ile sınırlı.. Yavuz’un, görünmezliğinin simgesel kanıtı ise peruğu. Yataktan kalkar kalkmaz ilk iş olarak taktığı ve adeta karakterini gizlemek/örtmek için kullandığı peruğu.. Tek bir sahnede peruğunu çıkardığını görüyoruz Yavuz’un. İşte o zaman anlıyoruz kendisiyle yüzleşmeye başladığını..
Yozgat Blues’un Yavuz’u, günümüzün Zebercet’i belki de. Yusuf Atılgan’ın ‘Anayurt Oteli’ kitabının baş karakteri Zebercet, oldukça karamsar, yalnız, hayatın tükettiği insan profilini ortaya koyar. Modern toplumun önce ürettiği sonra da tükettiği ve yok ettiği insan tipini irdeler.
Yozgat Blues’ta hem Yavuz hem de Neşe karakterleri kent hayatına uyum sağlayamamış insanlar olmanın ötesinde bir yerdeler aslında. Onların uyumsuzlukları sadece kent hayatıyla sınırlı değil. Onlar için esas sorun içlerinde taşıdıkları boşluk duygusunun onları ele geçirmesinden ibaret. Neşe karakterinin içinde hayata dair umut taşıdığını sık sık görebilsek de Yavuz’da bu çok az ve sınırlıdır. Yavuz’da yer yer o inancı sadece müzik yaptığı zaman görürüz. Diğer yandan ise Yozgat’a yapılan yolculuk Neşe için içindeki inancın tekrardan kazanılması olarak karşımıza çıkarken, Yavuz için pek de anlamı olmayan bir değişikliktir.
Neşe, Yozgat’a kısa sürede uyum sağlayıp, boşluklarını doldurmaya ve yitirdiği inancını tekrardan kazanmaya başlarken, Yavuz ise görünmezliğini Neşe ile kırmaya çalışsa da bunu gösteremez. Yavuz, sürekli tekrarladığı Fransızca şarkı gibi Yozgat’a yabancı kalır. Yavuz’un hayata tutunmak için bu son hamlesi de sonuçsuz kalınca inanç yitimi giderek koyulaşarak devam eder. Yavuz ve Neşe’nin önce birleşip sonra ayrılan yolları, hikâyenin diğer özneleriyle birlikte meçhul ama pek de meraklandırmayan bir sonla biter.
Yozgat Blues’ta kültürel ve sosyolojik olarak karakterlerin ana çizgileri sunulmaktadır. Fakat özellikle Neşe karakterinde ilgimizi çeken en önemli şey onun hikayesini bir türlü bilememizdir. Eğer burada Neşe’nin hikâyesini tam olarak çözebilseydik o bir karakter olmaktan çıkıp sadece bizim için sosyolojik bir tipe dönüşecekti. Onu gizemli kılan şey hikâyesindeki bu alan dışılık. Yavuz kısmen daha özel biriyken, Neşe aslında markette ya da başka yerde çalışan yüzlerce işçi kadındır. Eğer yönetmen Neşe karakterinin o karanlıkta kalan hikayesini tamamlasaydı o karakterin işaret ettiği toplumsal bağlamı kaçıracaktık.
Durağan sahneleri ve bu sahnelerdeki mimikleri ile Ercan Kesal ‘Yavuz’ karakterinde çok başarılı bir oyunculuk sergilemiş. Yan rollerde ki oyunculuklar da çok iyi. Nadir Sarıbacak’ın oynadığı Sabri karakteri son dönem Türkiye sinemasında en çarpıcı karakterlerden biri bence. Çünkü hayali bir karakterin ötesinde gerçekliğe dokunan bir tarafı söz konusu. Diğer yandan Sabri diğer karakterlere oranla daha taşralı bir kişilik. Henüz inancını yitirmemiştir Sabri. Yerleşiktir, yersiz-yurtsuz değildir. Bu nedenle Neşe onu güvenli bir liman olarak görmüştür. Tansu Biçer tarafından oynanan karakter (Kamil) ise tam bir taşra yabancılaşmasını gözler önüne serer. Filmin inanç yitimini en çok yansıtan karakterdir. Kitapları ve yaptığı radyo programı, okuduğu şiirler ile kendine kurgusal bir rol yaratmıştır.
Yozgat Blues’da aslında tek bir kişi var. Ercan Kesal’ın mükemmel bir karakter yarattığı şanson şarkıcısı Yavuz. Özetle sonu kötü bitmeyen, ama iyiye de gitmediğini anladığımız bir insanın hikayesi Yozgat Blues. Yaptıkları müzik dinlenmiyor, halk başka müziğin dinleyicisi. Yönetmen bunu film boyunca bazen fazla abartılı yakın plan çekimleriyle, pek çok yan oyuncuyu göstermeden vermiş.
Filmde yönetmenin ‘alışılagelmişin dışı’ olgusunu göstermesi, bilinmeyen bir müzik türünün, hayalleri peşinde koşan insanları nasıl şekillendirdiği tartışması, konu boyunca akıp gidiyor. Saklı kalanın içinde hapsolan, başına geçirdiği perukla “öteki hayatından vazgeçen” bir insanın trajedisi, insanların gücü elde ettikten sonra nasıl birbirlerini sattığı gerçeğini örtmemiş. Sonuçta sıradan iki insan, Anadolu’da aranan iki insana dönüşebiliyor.
Film boyunca sürekli aynı şarkıyı dinliyoruz, defalarca. (Joe Dassin – L’éte indien) Ancak bundan rahatsız olmak yerine, alışıyoruz. Şimdilik sadece ”pa pa pa” diyebiliyorum ama olsun, bir gün Fransızca öğrenirsem ilk işim bunu ezberlemek olacak. Filmde bence en büyük sorun ses kullanımıydı. Bağımsız sinemacıların birçoğu gibi doğal ses kullanımı tercih edilse de izlerken beni yorduğunu söylemeden geçmek istemiyorum. Bazı diyalogları anlamak için çok çaba sarf etsem de kaçırdıklarım oldu.
Her ne kadar film Yozgat’ta geçse de bir Yozgat filmi değil. İnsanın içindeki taşranın ve boşluğun filmi. Büyük şehirde tutunamayan, unutulmaya muhtaç insanın, Yozgat temsilinde, var olma çabası üzerine bir film. Zaten yönetmen bize Yozgat’ı pek göstermiyor da. Mekân tercihi olarak, karakterlerin içsel durumlarına uygun bir şehir Yozgat. Kıyıda köşede kalmış insanların kıyıda köşede kenti. Kullanılan müzikle aynı şekilde simgesel görevleri olan bir arka plan ögesinden ibaret.
Bazı zamanlar olur ki, insan bulunduğu şehirden her şeyi arkasında bırakarak uzaklaşmak ister. Öyle bir şey mümkün mü sayın okuyan, ben de henüz bilmiyorum.
“Yaşamak derin bir kesik yüzümde,
İpil ipil sızıyor hayalin kan gibi
Yüzüme bakarsan ölürüm biliyor musun
Yüzüme bakarsan,
Ölürüm.
Yüzüme bakarsan gece olur bitmez
Sözüm yok bundan öteye, yolum yok.
Yüzüme bakarsan ölürüm,
Çaresizce.”