Değerli Sineblog okuyucuları ve katkıda bulunan/bulunacak olan sinema dostları..
Dijital devrimin-ya da kısaca internet diyelim-hayatımızın hemen her alanına nüfuz ettiği zamanlarda yaşıyoruz. Bu gelişme görsel medyanın-ve sinemanın- sınırlarını ve algılanışını tümden değiştirmiş durumda. Örneğin, ucu bucağı artık tahmin edilemeyen, yaklaşık 15 yıl önce kurulmuş bir internet sitesi olan YouTube’da sadece 2017 yılında günde 1 milyar saatlik video seyredildiği ölçülmüş durumda (https://techcrunch.com/2017/02/28/people-now-watch-1-billion-hours-of-youtube-per-day/ ve https://www.forbes.com/sites/sirenabergman/2017/02/28/we-spend-a-billion-hours-a-day-on-youtube-more-than-netflix-and-facebook-video-combined/ ).İnternetin kapasitesinin hatırı sayılır kısmını tek başına-popüler porno sitelerini hesaba katmaksızın- tüketen devasa, ve de genişlemeye devam eden bir yapıyla (evrenle?) karşı karşıyayız denilebilir. Belli başlı sosyal medya sitelerindeki hesaplar çok büyük bir kitlenin neredeyse ikinci kimlikleri gibi olmuş. Araştırmayı yapan grupların sınıflandırmaları bazen çelişse de şimdilik ismi üzerinde anlaşılmış gibi görünen “Z Kuşağı” (1990’ların sonları, 2000’lerin başları arası doğan, 2019’da yaklaşık 7-22 yaş grubunu oluşturanlar https://en.wikipedia.org/wiki/Generation_Z ve https://www.mckinsey.com/industries/consumer-packaged-goods/our-insights/true-gen-generation-z-and-its-implications-for-companies ). İnternetin ‘içine’ doğmuş olan bu ilk nesil, hayatlarında internet bir biçimde hep var olagelmiş şekilde yaşamlarını sürdürüyorlar.
Bu nesil için-sinema/film söz konusu olduğunda- fiziksel kopyanın (bununla bağlantılı olarak bir arşiv/koleksiyon sahibi olmanın) ya da filmin sinemada seyredilip edilmediğinin pek bir önemi yok[1], tıpkı ders notlarının ya da derslerde kullanılacak kaynakların en azından fotokopilerini el altında bulundurmanın da pek bir önemi olmadığı gibi, ne de olsa söz konusu malzeme Google Drive’a bir biçimde yüklenebilir ve oradan da-indirmeye bile gerek kalmaksızın- sınıf ortamında telefon/tablet ya da dizüstü ekranlardan takip edilebilir… Söz konusu olan, örneğin hocanın bir sonraki derste işleyeceği bir sinema filmi ise, eninde sonunda internet’de bir yerlerde vardır o film. Yukarıdaki ifadeler belli bir dozda eleştiri içeriyor olsa da internetin-özellikle de torrent kullanımının-çok ama çok sayıda filmi-oldukça nadir bulunanlar da dâhil olmak üzere- bir şekilde (restorasyonlu, eksik, yıpranmış, altyazısız, yönetmenin versiyonu, sahne arkası ek malzemeli vd.) bulabilme ve bir anlamda arşivleme olanağı sağlamış olmasını çok önemli ve de gerekli buluyorum.
Akıllı telefonların-ve üzerlerindeki kameralarının-gösterdiği ciddi düzeydeki teknik gelişme hemen her kullanıcıyı bir fotoğraf sanatçısı ve/ya film yönetmeni (yeni nesil auterler mi?) yapma potansiyeli taşıyor mu acaba? Bu yılın şubat ayında sadece iphone kullanıcılarına açık uluslararası bir yarışmanın yine uluslararası bir jüri tarafından değerlendirilmesinin sonuçları açıklanmıştı ve laf aramızda bazı fotoğraflar gerçekten ilgiye değer ölçüde kaliteliydi (https://petapixel.com/2019/02/26/here-are-the-winners-of-apples-shot-on-iphone-photo-contest/).
Aslında bu “yeni dijital dünya”nın sinema alanı açısından çok sayıda avantajı da beraberinde getirdiğini söylemeliyiz. YouTube ya da Vimeo gibi internet görsel paylaşım araçları yönetmen, görüntü yönetmeni ve senaryo yazarları başta olmak üzere neredeyse sınırsız bir tanıtım ve/ya atılan ilk adımları geniş kitlelere duyurabilme olanağı sunuyorlar düşüncesindeyim. Sayısız filmin kaybolup gitmesinin önlenebilmesinin en önemli yöntemlerinden birisi de bu malzemenin dijitize edilerek kopyalarının çıkarılması ve arşivlenmesidir. Bu bağlamda, özellikle YouTube ortamında bazı şirketlerin (Arzu Film, Fanatik Film, Avşar Film ve Erler Film ilk akla gelenler arasında) ellerindeki restorasyonlu ya da restorasyonsuz, sansürlü ya da sansürsüz çok sayıda arşiv niteliği taşıyan yapıtı sinema meraklılarına sunmuş olmaları gerçekten takdire şayan bir tutum.
İşte böylesi bir ortamda, sinemayı seven, değer veren ülkemiz akademisyenlerinin ve öğrenci arkadaşlarımızın görüşlerini, fikirlerini, eleştirilerini ve de araştırmalarını özel bir akademik kaygı duymaksızın rahatlıkla ifade edebilecekleri bir sinema blogunu hayata geçirmek istedik. Bu yapıyı katkılarınızla ve önerilerinizle daha da genişletmek ve zenginleştirmek istiyoruz.
Paylaşmak güzeldir, yazılarınızı bekliyoruz.
Saygı ve sevgilerimizle…
Doç.Dr. Orhun YAKIN
ankyra06@gmail.com
orhun@hacettepe.edu.tr
[1] 30.Ankara Uluslararası Film Festivali’ne bir an önce bilet alabilmek (bulabilmek) adına neredeyse gişe açıldığında sıraya girmiş ve istediğim koltuklara bilet alabildiğim için sevinmiştim. W.Herzog/K. Kinski gösterimlerinin tümünde büyük salonların en fazla yarısının dolduğunu görmek insanın içini biraz burkuyor doğrusu… Diğer sanat filmlerinin gösterimlerinde de (Öylece Oturan Bir Fil yaklaşık 4 saatlik süresiyle belki bir istisna oluşturabilir) durum pek farklı değildi.