1 ay kadar önce ABD’nin ülkeleri bir uzay kanunu üzerinde uzlaşmaya çağırdığını gördük. Zaten bir süredir “uzay madenciliği” popüler bir konu. Ama asıl neden ABD-Çin arasındaki uzay yarışı. Oysa önceki yıllarda ABD’nin geleneksel uzay rakibi Rusya’ydı.
Rusya’nın 4 ekim 1957’de uzaya fırlattığı 58 cm çapındaki Sputnik uydusu ile birlikte, Rusya-ABD arasında bir uzay yarışı patlak vermişti. Amerikalılar 50’lerin sonundaki bir kaç yıl boyunca Rusya’nın tepeden bir bomba fırlatacağı ya da yukarıdan gözetleme yaptığı paranoyasındaydılar. Bunu 1999 tarihli Ekim Düşleri (October Sky) filmi —ki gerçek bir hikayeye dayanır— gayet iyi anlatır;
O nedenle John Kennedy de şu meşhur konuşmasını yapar:
Bu yarışın tepe noktası 1969 yılında Ay’a ayak basan ilk insan oldu. Yani Neil Armstong. Aya basması çok etkileyici bir olaydı ki o yıllarda ve sonrasında bir çok çocuk sorulduğunda “ben astronot olmak istiyorum”demeye başladılar.
Ama sonra bu yarış tavsadı. Ruslar eski heyecanı göstermemeye başladılar. ABD tarafına bakıldığında, Amerikalılar vergi ödemelerinin uzaya harcanmasından çok hoşlanmamaya başladılar. Arada kazalar filan oldu ve 2011’de uzay yarışı NASA açısından bitti [1].
Onun yerine gözlem, TV ve navigasyon uyduları fırlatıldı.
Ama Çin’in 2000’lerden sonra uzaya merak salması, kendi navigasyon uydu filosu kurması, Ay’ın zor yüzeyine (yani hiç görmediğimiz ve karanlık yüzey denilen tarafa) araç indirilmesi, Mars için plan yapması filan, bu konuyu tekrar heyecanlı hale getirmiş gözüküyor. Elon Musk’ın da olaya dahil olmasıyla yeni bir uzay rekabetinin yaşandığı görülüyor.
Bunun sonucunda da, uzaya merak tekrar başlamış olmalı. Çünkü 1960’ların-70’lerin uzay yarışına ait hikayeleri bu yıllarda çeşitli filmlerde seyretmeye başladık.
Ay’a İnen İlk İnsan (First Man)
Neil Armstrong’un astronotluk dönemini anlatan “First Man” 2018 yılında çekilmiş bir film. Video yayınlayan platformlar (VOD) üzerinden yayınlanan filmin ilginç yönü, Armstrong’un nasıl “tepkisizlik” düzeyinde sakin ve soğukkanlı bir insan olduğunu gösteriyor olması.
Çevresindekilere soğuk davranan, tepkisi az olan insanlara argo ifade ile “soğuk nevale” ya da “duygusuz” deriz ya, Armstrong aynen bu tür bir insan. Ama bu kötü bir şey mi? Film bize “soğuk nevaleliliğin” farklı bir yönünü sorgulatıyor. Acaba “Ay’a İniş” gibi zor bir misyonun gerçekleştirilmesi için böyle insanlar mı gerekli?
“Aya İnen İlk İnsan” filminin başrolünde Ryan Gosling ve eşi olarak da “Crown” dizisindeki İngiliz kraliçesi rolünden hatırladığımız Claire Foy oynuyor:
Şurada filmin oyuncularını ve canlandırdıkları insanları gösteren bir şema var : First Man
Aya İnişin Teknik Değil, İnsan Yönü
Yukarıda da dediğimiz gibi, bu filmde olayın teknikten çok, insan tarafını görüyoruz. 1969 yılında dünyanın pek çok ülkesinde insanlar radyolarının ya da TV’larının başında aya inişi izlediler. O dönemde doğduğu için adı “Ayda” olarak verilen insanlar da tanıyorum. O zaman insanlar, Amerikalı olsun, olmasın Ay’a inişten gurur duymuştu.
Ama bu film, teknik başarıdan çok teknik zorlukları ve bu insanların bu zorluklarla nasıl bahsettiklerini gösteriyor. Ay’a inişin duygusal yani insan tarafına bakıyor. Ailelerin duyduğu korkular, ölen astronotların arkasındaki duygular, görev alan astronotların eğitim zorlukları, bilinmeyene karşı gerginlikleri, çalışmalar, operasyondaki beceriksizlikler ya da aksilikler, halkın vergilerin uzay araştırmalarına harcanmasına karşı tepkileri.
Özelinde de Armstrong’un ve ailesinin duyguları.
Neil Armstrong 1930 doğumlu idi, 2012’de 82 yaşında öldü. Purdue Üniversitesinde Aeronotik Mühendisliği okudu. Kore savaşında pilot olarak görev aldı. Astronot olmadan önce çok hızlı ve yüksek uçakların denendiği bir projede test pilotuydu.
Filmin ilk başında Armstrong’un duygusuzluğa varıcı düzeydeki soğukkanlılığını bize anlatmak için gerçek bir olay gösteriliyor. Armstrong, çok yüksek irtifalarda, roket gücünde hızlı uçan X-15’i test eden 12 pilottan biriydi. Film bir X-15 “roket uçağı”nda ses bariyerini aşarken yaşanan bir sorunla başlıyor. Uçağı, uzayın karanlığını görebileceği üst atmosferin sınırlarına götürüyor. İnişine başlamaya çalışıyor, ancak kontrolleri yanıt vermiyor. Ama Armstrong hiçbir şey olmamış gibi soğukkanlılığını koruyarak, uçağın roket iticilerini atmosfere geri düşmesine yardımcı olmak için kullanabileceğini hesaplıyor ve yaptıkları işe yarıyor (gerçi bu olay biraz farklı gerçekleşmiş ama film bize soğukkanlılığını bu sahne ile anlatıyor).
Benzer bir olayı da Gemini 8 uçuşunda görüyoruz. Gemini uzay kapsülü ile ayrı fırlatılan Atlas-Agena roketinin birleştirilmesi deneyimi sırasında yine sorun yaşanıyor, diğer astronot endişeliyken Armstrong’u burada da soğukkanlı bir şekilde bazı hesapları yaparken görüyoruz. Sonunda da bierleşmeyi başarıyor.
Evliliği ve Güçlü Bir Eşin Desteği
Armstrong’un eşinin güçlü ve dengeleyici bir kadın olduğunu görüyoruz. Armstrong’un iş arkadaşları bunu yıllar içinde söylemişler. Armstrong’un Aya İnişinin arkasındaki faktörlerden birisi, ev tarafından dengeyi sağlayan Janet Armstrong. 40 yıllık evlilikten sonra 1990 yılında evlerini ayırmışlar, 94’de ise boşanmışlar.
Janet Armstrong kocası için “Neil’in cevabı sessizliktir. Eğer Hayır diyorsa, o bir argümandır” demiş. Filmin ana konusu da zaten bu tepkisizlik.
Film, Armstrong’un hayatındaki en önemli duygusal olayın, kızı Karen’in 2,5 yaşında beyin kanserinden ölmesi olduğunu öne sürüyor. Ama Armstrong’un kızının hastalığı ve ölümü konusunda konuşmadığı ve hatta en yakın çalışma arkadaşlarından bazılarının bir kızı olduğunu bilmedikleri kaydediliyor. Filmde canlandırılan, Ay’a indiğinde bir kratere kızının bilekliğini atması olayının ise hiç olmadığı kaydediliyor. Film bu tür detayları, Armstrong’un acısını da kendi içine gömdüğü, yalnız başına yas tuttuğu mesajı vermek için kullanıyor gibi.
Çünkü aynı Armstrong yani kızına düşkün gösterilen bir baba, Ay’a gideceği gece bile oğullarına bilgi vermiyor ve veda etmiyor. Ancak eşi ısrar edince onlarla konuşarak “geri dönmeyebileceğini” ifade ediyor. Belki de bu nedenle, 2018 yılında anneleri öldükten sonra Armstrong’un 2 oğlu, babalarından kalan eşyaları müzayedede 12 milyon toplam değer ile satmışlar[2]. Tabii ki bu tartışmaya yol açmış. Rick ve Mark Armstrong bunu yaptıkları için ayıplanmışlar.
Ay’a inişten sonra Armstrong’un diğer astronotların tersine inzivaya çekildiği, 2 oğlu ve Janet Armstrong ile bir çiftlikte yaşadığı görülüyor. Hayatı hep sessiz sedasız yaşıyor.
Ama bütün astronotlar böyle değil. Tam tersine, adeta bir film artisti gibi yaşayanlar var. Aşağıda diğerlerinin ne yaptığının bir örneği; “Aya İnen Son İnsan” filmi ile anlatacağım.
Ay’a Ancak Böyle Biri mi İnerdi?
Film boyunca, hem astronotun kendisi, hem de ailesi açısından pek de özenilecek bir hayat olmadığını farkediyorsunuz. Oysa dünyada binlerce çocuk astronot olmayı istemiştir. Ama gerek her an kaza olma olasılığı, gerek aptallıklar –belki ilk kez yapılan işler mi demek lazım– korkutucu. Mesela 3 astronotun –meydana gelen bir arızayı gidermek için–, Apollo 1 isimli kapsülün içinde hantal uzay elbiseleri, daracık hareket edilemeyen bir alanda 8 saat bekletilmesi ve bu arada çıkan yangında ölmeleri bazen çok beceriksizlik olduğunu gösteriyor.
Aynı şekilde aya iniş sırasında bazı aksilikler meydana geliyor. Yakıtın azalması, inecekleri bölgenin büyük kayalarla kaplı olması, sonra bir krateri zor bela aşmaları gibi. Buna bakınca, aya da herhalde ancak böyle soğukkanlı ya da duyguları yavaş çalışan bir adam inerdi diye düşünüyorsunuz. Film de baştan itibaren sanki böyle bir mesajı vermek için uğraşıyor.
Ay’a Son İnen Adam
Filmi izlerken diğer astronotları da merak ediyorsunuz. Buzz Aldrin filmde çenesini tutamayan ve biraz daha alt seviye bir adam gibi veriliyor. Diğer astronotların bazıları da düşük eğitimli olarak anlaşılıyor. Seçim mülakatları sırasında Ed White’ı oynayan Jason Clarken, Armstrong içeri çağrıldığında onu eğitimli züppe türü bir cümle ile sınıflandırıyor.
Astronotlar nasıl davranırdı? Buna başka bir filmden örnek verelim; Aşağıda fragmanını göreceğiniz aydaki son adam Eugene Cernan’ın filmi bize başka bir astronot tarzını anlatıyor. Astronot olmanın avantajlarını ve meyvalarını değerlendiren bu adam filmin sonunda biraz günah da çıkarıyor.
Purdue Elektronik Mühendisliği mezunu ve deniz kuvvetlerinden Aeronotik Mühendisliği MSc alan ve 2017’de ölen Cernan 3 kere uzaya çıkmış ve aya da 2 kere gitmiş. Hayattayken 2014’de çekilen bu filmde, ne kadar renkli bir hayat yaşadığını, bütün dünyada nasıl gezdiğini ve ününün nasıl başını döndürdüğünü anlatıyor.
Her 2 film, astronotluğun ne kadar zor, korkutucu ve ruhsal açıdan zorlayıcı olduğunu, aileleri de nasıl etkilediğini anlatan filmler.
Apollo Hesaplamalarını Kim Yaptı?
Bu arada bu havalı mesleğin sahne arkasına da bakmak gerekmez mi? Yani “Rocket Science”cılara.
Çok etkileyici başka bir filmi daha hatırlatalım. Apollo uçuşlarının gerçekleşmesinde matematik hesaplamalarda büyük katkısı olan, bilgisayarları kullanan kişiler isimleri uzun süre öne çıkarılmayan 3 zenci kadın olmuş. “Hidden Figures (Gizli Rakamlar diye Türkçeleştirildi ama ben “Gizlenmiş Kişiler” isminin daha doğru olduğunu düşünüyorum)” 3 Zenci kadının NASA’ya katkısını anlatan gerçek hayattan bir hikaye:
Filmde hikayesi anlatılan 1918 doğumlu Batı Virginia Üniversitesinden mezunu matematikçi ve fizikçi Katherine G.Johnson, bir sürü erkek matematikçi arasında itilip kakılırken, tuvalet için diğer binaya gitmek zorundayken, Apollo 11 uçuşu, Merkür Projesi gibi bir çok uçuşun hesaplanmasında kullanılan “Uzay Mekiği” programını yaptı. O tarihten 60 yıl kadar sonra ismi ortaya çıkarıldı, 2015 yılında Obama kendisine “Özgürlük madalyası” verdi. Adı NASA tesislerindeki bir binaya verildi. Bu sene 24 şubatta 101 yaşında vefat etti.
1910 doğumlu Dorothy Vaughan ise, 1960 yılında kendi kendine öğrendiği ve ekibine de öğrettiği Fortran lisanı ile Uzay Merkezine alınan ama boş duran IBM bilgisayarı çalıştırmayı başaran kadın matematikçi. Sonradan programlama bölümümün başına geçiriliyor.
Mary Jackson ise 1921 doğumlu uzay mühendisi. NASA’daki ilk siyah kadın mühendis olmuş.