“Geçmişle yüzleşmek zorunda değilsen, hafıza harika bir şey”
Hiç olmaması gereken bir yerde, birkaç saat sürmesini planladığınız tren yolculuğunda, bir yabancıda kendinizi bulmak… Koşulsuz güvenip onunla trenden inerek yalnızca gün doğumuna kadar vakit geçirmek üzere sözleşmek, hiç durmak-yorulmaksızın yürümek, yürürken konuşmak… Aile, okul, siyaset, felsefe, astroloji, din, edebiyat, müzik, aşk, her şeye dair konuşmak… Onun sana kendinden bahsedişini, senin ona attığın kaçamak bakışlarla tamamlamaya çalışmanın hikayesi; serimizin ilk filmi Before Sunrise.
1995’te kendini hasta ve yaşlı bir kadın olarak tanımlayan güzel Celine (Julie Delpy) ile kendinden genç ve heyecanlı bir çocuk olarak bahseden Jesse (Ethan Hawke) hikayemizin Viyana’da bir tren yolculuğunda tanışan iki zıt karakteridir. Altı ay sonra vedalaştıkları tren garında görüşmek üzere sözleşirler ancak aradan dokuz yıl geçer, Jesse’nin yıllar önce o gün yaşadıklarını kaleme aldığı kitabı için çıktığı turnenin Paris ayağında Celine’in onu görmeye gelmesiyle ikinci filmimiz 2004 yapımlı Before Sunset başlar.
Süre yine kısıtlı, âna sığdırılması gereken onca şey var. Ancak bu defa karakterlerimiz ne istediğini daha bilen bir kılıkta çıkar karşımıza. Film sonuna kadar Jesse’nin bineceği uçağı kaçırmaması gerektiğini hatırlatan Celine ve sevdiği kadına yıllar sonra kavuşmanın heyecanı içinde olduğundan bunu sürekli duymazdan gelen Jesse’yi görürüz. Ve aradan tam dokuz yıl geçtikten sonra üçüncü filmimiz 2014 yılında çekilen, bu defa mekânımızın Yunanistan olduğu Before Midnight’ta, Celine ve Jesse birliktedirler ve iki kızları vardır. İlişkilerindeki problemlerin gün yüzüne çıkışı, oldukça ağır cümlelerle bezenmiş tartışmalar ancak “buna rağmen yoğun bir aşk seyrederiz” diyerek filmlerimizden kısaca bahsedebilirim.
Filmin senaryosu yönetmenimiz Richard Linklater’in Philadelphia’da bir gece tanıştığı ve uzun süre yürüyüp sohbet ettiği Amy Lehrhaupt’a ve geçirdikleri o geceye ait olan gerçek bir hikayeye dayanıyor. Hatta yönetmenimiz tıpkı filmde Jesse’nin, Celine’e ulaşmak için kitap yazdığı gibi, Amy’yi bulmak için Before Sunrise’ı çekmeye karar verir.
“Before” serisi, içeriğinden uzun uzun bahsetmekten ziyade size verdiği duygular bakımından zengin bir film. Öyle ki mekânın neresi, zamanın hangi zaman olduğuna bakmaksızın, dostunuzla yürürken konudan konuya geçtiğiniz sohbet ortamı, ailenizle akşam yemeği sonrası ettiğiniz nostaljik muhabbetler, sevgilinizle uzun süre sonra ilk göz göze gelişiniz tadında filmlerden bahsediyorum.
Duygulara biraz daha yakından bakmak gerekirse “Before Sunrise”a; aşka düşme hâli, o başka yöne bakarken onu seyretme fakat göz göze gelmekten ölesiye çekinme, dokunmak için sonsuz arzu duyma ancak cesaretsizlik, yanakların al al olması, “ne olacak şimdi?” düşüncesi hâli diyebiliyorken “Before Sunset”e; özlem, yetişkinliğe adım, hayatın toz pembelikten uzak oluşunu fark ediş, “ne olabilirdi?” hâli hâkim. Üçüncü ve son film olan “Before Midnight”ta ise kavuşma, gerçekçilik, mantığın duyguları yenişi, deneyim, alışkanlık, “aslında ne oldu?” filmi.
Aşkın yoğun bir haz hâlinden, alışkanlığa dönüşümünü ve bunun hayatın en gerçek şeyi olduğunu size akıcı biçimde sunan, “bir güne kaç duygu sığdırabilirim?” diye sorduğunuzda izlenilmesi kaçınılmaz bir yapıt olan Sunrise filmi, hafızalarda Kath Bloom- Come Here şarkısındaki utangaç, masum ve gizemli bakışlarla kalacak. O sahnenin ruhunu bir defa daha hatırlamak adına;