TAM-I GİLAS (1997) ABBAS KİYARÜSTEMİ
“Ama elbetteki yalnız bir ağaç birkaç tane ağaçtan daha ağaçtır.’’ deyip bu düşüncesini mezar taşına bir ağaç sembolü nakşederek ölümsüzleştiren ve 4 Temmuz 2016’da aramızdan ayrılan İranlı sanatçı Abbas Kiyarüstemi’yi yönetmenliğini yaptığı Kirazın Tadı filmi ile anmak istedim.
1997 yapımı, dik yokuşlar, toz- toprak ve virajlardan oluşan bir yolun sonunun gün batımına çıktığı, finalde yağan yağmur ile birlikte yaşama dair umutlar yeşerten Kirazın Tadı’nda, mezarına temel kazdırmak isterken hayatına sapa sağlam bir temel atan Bedii Beyin macerasına tanık oluruz. Hatta tanık olmaktan ziyade biz de kendi içsel dünyamızda, varlığımızı hissederek yolculuğa çıkarız. Kiyarüstemi, filmlerinin en temel özelliği olan durum sinemasında seyirciyi pasif alıcı halinden çıkarıp aktifleştirmeyi amaçlar. Sadece Bedii Bey değil, onun gibi hayat mefhumunu kaybedenlerin ders çıkaracağı ya da hali hazırda dünya ile angaje olanların aldığı her nefese daha da sahip çıkacağı bir film izleriz.
Kendilik aktivasyonu gelişmiş bireyler, yaratıcılık yetilerini de kullanarak kendine güvenli bir şekilde attıkları adımlarla hayatını idame ettirir. 0-3 yaş arası dönemde bakım veren ile kurulan ilişkiyle birlikte kişilik örüntüleri gelişmeye başlar ve birey yavaş yavaş kendilik aktivasyonunu oluşturur. Mahler’in ayrılma- bireyleşme kuramına göre, çocuk 6.aydan itibaren anne ile fiziki ve duygusal açıdan farklı olduğunu fark eder, bedensel imgesini annenin bedensel imgesinden ayırır. Aktif olarak gerçek dünyanın olanaklarını keşfettikçe tek ve ilk haz kaynağı olan annesinin üzerindeki ilgisi çevreye kayar ve dünya ile aşk ilişkisi kurar. Bir taraftan dünyayı keşfetme hazzı bir taraftan da anneden ayrılmak istememenin yarattığı hisle ambivalans yaşar. Keşfetme arzusuyla hareket ederken annesine duygusal yakıt ikmali almak amacıyla geri gelir.
Tam da bu süreçte annenin tutumu, yüz ve beden hareketleri çok önemlidir. Çocuk uzaklaştığında endişeli bir yüz ifadesi görürse hareketlerinin ve çevrenin güvenli olmadığı düşüncesine yönelir ve anneyi kaybedeceğini düşünür. Diğer bir deyişle, yaşanan deneyimler sonucu çocuk kendine ve dış dünyaya bir anlam verir. Bakım verenin sakin, onu tebessümle teşvik eden halinin zıttı ile karşılaşan çocuk, dünya tekin bir yer değil eğer kendi kararlarımı yerine getirirsem, cezalandırılıp ebeveynlerimin sevgisini kaybederim, onlara uyumlanmalıyım diye düşünerek bağımsızlaşma hareketini sekteye uğratır. Keşfetme arzusu ve ben yapabilirim duygusu giderek söner.Böylece kendilik aktivasyonu gelişmemiş, engelleri aşma kararlılığı ve başa çıkma becerileri düşük bir birey olarak yetişkinlikte hayatı kurtulunması gereken bir yer olarak tanımlar ve yetersiz hisseder. Tıpkı intihar ederken bile ona yirmi kürek toprak atacak bir eşlikçiye ihtiyaç duyan Bedii Bey gibi.
Bedii’nin üzerine toprak atmaları için ikna etmek amacıyla arabasına aldığı insanlar ise ne üzerine toprak atmaya yanaşır ne de neden bu kadar ölmeye teşne ve hayattan kopmaya meyilli olduğu ile tam anlamıyla ilgilenir. Bu teklifi sunduğu kişilerden birisi hayat deneyimi olmayan, belki de ileride Bedii’nin geçtiği yollardan geçecek olan asker. Diğeriyse kendi ağzıyla belirttiği üzere yalnızlık ile mücadele içinde olan ilahiyatçı genç. Bedii onları ikna etmek için dil döker, ‘‘Bir ağacın köküne saçacağın bir gübreyim.’’ diyerek intihar ederken kanını mürekkep niyetine kullanarak “Ameliyatımı icra ettim, hiçbir ağrı duymadım. Kan aktıkça biraz sızlıyor. Kanım akarken baldızım aşağıya indi.”Yazı yazıyorum, kapıyı kapadım.” diyerek geriye savdım. Bereket versin içeri girmedi. Bundan tatlı bir ölüm tasavvur edemiyorum. Kan aksın diye hiddetle kolumu kaldırdım. Baygınlık gelmeye başladı…” şeklinde ölüm şiirini yazan Türk edebiyatının nevi şahsına münhasır isimlerinden olan Beşir Fuad gibi o da bedenini gübre niyetine kullanmak istediğini belirtir. Henüz kendi hayat muhasebelerini yapmamış, rüşte ermeyip rotalarını çizememiş olan bu bireyler Bedii’den uzaklaşmayı tercih eder. Fakat arabaya binen son kişi olan Bakari Bey, diğerlerinin aksine koşulsuz bir kabulle, yargılamadan Bedii’ye yaşadığı tecrübelerini anlatır. O da zamanında hayattan bağını koparmış ölüme yaklaşmış bir birey olarak hayatını açarak tavsiyeler verir. Bedii bu sefer arabada durmadan konuşup karşısındakini ikna etmeye çalışan kişiden dinleyen kişi rolüne bürünür çünkü ilk defa birisi arabadan kaçmak yerine ona kendini açıp kararını sorgulamasını ve hayatın içinde bulundurdukları güzelliklerden bahsedip cesaret kazanması için çabalar.
Ezcümle, varoluşçu psikoterapinin temel ilkelerine göre seçmediğimiz bir dünyaya fırlatıldık ve hayat kaçınılmaz bir biçimde ölüme doğru gidiyor. Seçimler yapmak zorundayız, sonuçlar kesin değil ve bazı seçenekleri reddetmemiz gerekiyor. Reddetmemiz gereken seçeneklerden birisi de bizi hali hazırda son durakta bekleyen ölüme, diğer durakları geçmeden varma seçeneği.Hayat;yazar, yönetmen ve oyuncu Ercan Kesal’ın hasta yatağındaki babası Mevlüt Kesal’ın“Gece yarısı, ıssız bir tarladan, tek başıma geçmiş gibiyim’’ diye tanımladığı gibi sürprizler ile dolu, maceralı bir yolculuk. Belki de yaşam bıkkınlığı yaşadığımız süreçlerde sakince doğayla hemhal olup karanlıkta büyüyen tohumları gözlemlersek kendi adımıza dersler çıkarabiliriz.
‘’ya evlenin ya da evlenmeyin
ya da her ikisi için de pişman olun.
dünyanın aptallığına kahkahayla gülün
pişman olun.
onun için ağlayın
ve yine pişman olun.
dünyanın aptallığına kahkahayla gülün,
ya da onun için ağlayın;
her ikisi için de pişman olun
dünyanın aptallığına kahkahayla gülün,
ya da onun için ağlayın;
her ikisi için de pişman olun.
kendinizi asın; ve pişman olun.
kendinizi asmayın,
onun için de pişman olun.
kendinizi asın ya da asmayın
ikisi için de pişman olun
ister asın ister asmayın,
her ikisi için de pişman olun.
işte sevgili dostlarım,
tüm insan bilgeliğinin özü.’’
Soren Kierkegaard/ Ya Ya Da