Dikkat! Bu yazı sürprizbozan içerir.
BAGDAD CAFE (1987, Percy Adlon)
Hayata gerçekçi bir bakış açısıyla bakacak olursam, insan seçimleriyle var olur. Elbette ki her seçim ardında bağ-bahçe barındırmaz, diğer bir deyişle hayat, doğru olmayan duygulardan, düşüncelerden de müteşekkildir. Böylesi durumlarda insana yol gösterip dayanma gücü verecek, umut aşılayacak bir film iyi gelebilir. Tam da bu noktada seçimlerime ışık verecek perdeyi aralayıp Bagdad Cafe’yi izlemeye karar veriyorum, sayısız biçimde. Sanki uzun bir görevden evime dönmüşüm gibi, kendimi Mojave Çölü’ne bırakıyorum.
Öncelikle bu harika filmin yönetmeni Percy Adlon’a bir göz atalım. Adlon, filmlerinde son derece gerçekçi, hayatın içinden basit olayları alıp kurguladığını söyler. Belki de Bagdad Cafe’yi ve karakterleri samimi bulmam bundan kaynaklanıyordur.
Bir yol sekansıyla başlayan filmde, otoyol karakterlerin kimisini birbirine bağlar; kimisini de birbirinden ayırır. Aslında bu devinim Jasmin ve eşi arasında doğan ihtilafın ürünü. Başlarda diyalogsuz olması senaryoya böylesi birbirinden zıt ve renkli karakterlerin dahil olacağını tahmin etmemi zorlaştırdı. Zıt karakterler derken tarz, yaş hatta ırk bakımından tamamen farklı karakterlerin ironik bir biçimde benzer noktada buluştuğunu izlemiş olduk. Bu buluşmayı sağlayan en önemli karakter ise tabi ki Jasmin ve onun sabrı.
Karakterlerin buluşmasına derinlemesine değinmeden önce Jasmin’in kafeye varış yolculuğundaki ironiye göz atalım. Sarı termos gerek yakın çekim gerekse yavaşlatılan çekimle seyirciye göz kırpar ve Jasmin’den önce yuvasına varır, aslında onun eşlikçisidir. Bu duruma kaderin cilvesi diyebiliriz ya da bir diğer deyişle ‘’irony of fate’’. Filmin en sevdiğim sekansı da olan ve dramatik ironiyi seyirciye kusursuzca hissettiren sekans ise Brenda ve Jasmin’in ilk karşılaşma anı. Brenda gözyaşlarını silerken, Jasmin terini siliyordu aynı anda. Bu iki karakter arasındaki bir diğer paralellik de eşleri ile olan ilişkileri. Jasmin eşini terk eden bir kadın, Brenda da eşinin terk ettiği. Jasmin hayata yeniden başlamaya kararlı, çevresine rikkatle yaklaşan bir kadın; Brenda ise hatalarıyla ve pişmanlıklarıyla yüzleşmektense öfkesine yakayı kaptıran, depresif bir kadın.
Sadece Brenda’nın hayatına umut tozları serpmekle kalmayıp Bagdad Cafe’deki her insanın hayatına dokunan Jasmin, yeknesaklığın berdevam olduğu Mojave Çölündeki bu sevimli, doğayla iç içe, gün bir başka battığı bu ekzotik mekana her anlamda sihir yaptı. Beni en çok etkileyen kısımlardan birisi de Salomo piyano çalarken belki de oturup dinleyen, değer veren tek kişinin Jasmin olduğu sahnelerdi. Aslında empatinin yarattığı sıcak bir ev atmosferinin sadece burada yaşayan sakinlere değil mola amaçlı konaklayan kamyon şoförlerinin üzerine yayıldığını da göz ardı etmemek lazım. Boomerangın dönüp dolaşıp tekrar atıldığı noktaya dönüşünün de Jasmin’in gidiş ve dönüşünü, ayrılığın Bagdad’da sonuçlanışını temsil ettiğini sembolize edişi filmin bir başka başarısı.
Bir insanı anlamak için, hayata onun bakış açısından bakmayı öğreten bu filmi çöl tozunun gökkuşağına dönüştüğü, umut veren pozitiflikte olduğu için hayatımda çok farklı bir yere koydum, tabi ki müziğini de. Jevetta Steele’nin seslendirdiği ‘’I’m Calling You’ akademi ödüllerinde en iyi müzik dalında aday gösterilmiş. ‘’ A coffee machine that needs some fixing’ dediği anda gülümsememek elde değil. Bagdad Cafe üzerine saatlerce konuşabilir, her seferinde farklı ayrıntılar keşfedebilirim. O yüzden yazımı şiddetle tavsiye ederek bitiriyorum, bir sonraki izleyişte görüşmek üzere.