Genç bir adamın, hayatında ters giden her şeye kafa tutarak kendi hayatını elde etme çabasıyla girdiği maceralara davetlisiniz. Birinci filmin ismi, Les Quatre Cents Coups da size tam olarak bunu vadediyor.

Tam çevirisi 400 patlama olan filmin adı çoğu Fransızca bilen insandan eleştiri alıyor çünkü çeviri anlamı tam karşılamıyor. Les Quatre Cents Coups, kötü bir şekilde yetiştirilmek, başıboş yaşamak ya da çaba içinde yaşamak anlamlarına gelen bir deyim

14 yaşındaki kahramanımız Antoine Doinel, oyunculuğundaki doğallığı gözlerden kaçmayan Jean-Pierre Léaud tarafından canlandırılıyor. Başta kendisinden genç adam diye bahsetmiş de olsam kendisi esasında aile- okul-benlik üçgenine sıkışmış bir ergen. Ailesinden asla yeterince ilgi göremeyen, suistimal edilerek kendi kendini yetiştirmek zorunda kalmış Antoine kendi yolunu bulmaya çalışırken öğretmenleri tarafından hor görülüyor, ailesinin kendisine inançsızlığıyla baş etmeye çalışıyor..

Yetişkinler büyümeye çalışırken çocuk olmanın ne demek olduğunu unuturken, etraflarındaki çocuklara yanlış davranıyor ve bunun sonuçları her zaman ağır oluyor. Filmin yönetmeni François Truffaut, bize bu gerçeği acımasız bir yalınlıkla gösteriyor. Antoine de, tüm sorunlarla tek başına başa çıkmaya çalışırken de kötü yollara sapıyor ister istemez.

Oysa onun iyi bir çocuk olduğunu görebiliyorsunuz. En büyük tutkusu kitaplar, şiirler… Ancak kimi zaman doğru ve yanlışı ayırt edemiyor, etse de umursamıyor ya da sonuçlarının büyüklüğünü düşünemiyor çünkü herkes kendi hayat telaşında kaybolmuşken çocuk akıllarına gelmiyor ve ona yardım etmeyi, yol göstermeyi akıl edemiyor. O da kendince bir yol tutturmaya çalışırken her zaman bocalıyor. Bu uğurda onun en büyük destekçisi tıpkı kendisi gibi ailesi tarafından ihmal edilerek yetişen yakın arkadaşı Rene. Öyle ki evden kaçan arkadaşını kendi evine götürüyor, ıslah evine düştüğünde ona okuyacak bir şeyler götürüyor ancak yetişkinlerin umursamazlığını aşamıyor.

Aslında baba da anne de çocuğa karşı kendilerince ihtiyatlı davranıyorlar ama ancak 8 yaşına geldiğinde onlarla yaşamaya başlayan Antoine ile doğal olarak büyük bir bağ kopukluğu yaşıyorlar. Sevgisizlik değil belki bunun adı ancak çocuğa bu şekilde yansıyor ki bu, her şeyi daha da kötü bir hale getiriyor.

Ben filmin siyah beyaz olmasını, çocuğun hayatının acımasızlığının bir yansıması olarak düşündüm. Antoine’in çocukluğunda hiçbir renk yokken, filminde neden olsundu ki? Ancak sonunda, çocuk dur durak bilmeden koşup hayatından kaçarak denize ulaştığında hem Antoine’e hem bizlere verilen bir umut var. Çocuk da denize, yani özgürlüğüne kavuşabildiğinde şaşkınlık ve kararsızlıkla ekrana bakıyor zaten…

4 uzun metrajlı, 1 kısa filmden oluşan maceranın ilk adımını oluşturan Fransız Yeni Dalga Akımı’nın da etkisiyle film, çocuk olmaya dair herkesin içinde sızı yaratan gerçekliğiyle dikkate değer eserler arasında yer alıyor.