Lübnanlı kadın yönetmen Nadine Labaki’nin dördüncü uzun metraj filmi olan Kefernahum, aslında hepimizin çok iyi bildiği, yanından geçip gittiği, hatta sessiz kaldığı üstelik değiştirmek için hiçbir şey yapmadığı sorunları konu edinmiş.

Lübnan’ın çıkmaz sokaklarında geçen bu film yaşadığımız dünyanın gerçeklerini tokat gibi yüzümüze çarpıyor. Uzun yıllar iç savaş yaşamış olan talihsiz şehir Beyrut’ta, çok çocuklu bir ailenin hikayesi ile yüzleşiyoruz. En büyük çocukları Zain 12 yaşında. Bir doğum belgesi bile yok. Yaşını bile doktorun dişlerini muayene etmesiyle öğreniyor. Sözde ebeveynleri yoksul olmalarının arkasına sığınarak küçük kızları Sahar’ı yaşça çok büyük bir adama satmaya kalkışıyorlar. Üstelik sadece beş tavuk karşılığında… İnsan hayatı ucuzdur, kadın ve çocuksanız çok daha ucuz…

Film işte bu noktada baş kahramanımız Zain’in, kız kardeşinin zorla evlendirilmesine/satılmasına karşı çıkmasıyla başlıyor. Zain’in onu hayata getirdikleri için ailesine karşı oluşan ve günden güne artan öfkesi onun dava açmasına sebep olur. Kendisi ve kardeşlerine sundukları yaşamın sorumlusu olarak gördüğü anne babasından hesap sormayı talep eden Zain’in mahkemede sorulara verdiği şu yanıtlar bize çok şey anlatan cinsten:

“+Aileni neden dava etmek istiyorsun?

-Doğduğum için.”

Film, sadece bir çocuğun hayatta ve ayakta kalma mücadelesine değil, aslında koskoca bir dünyanın gerçekliğine dayanıyor. Yoksulluğun ve kimliksizliğin bir döngü içerisinde birbirlerini beslediğinin hikayesi. Ötekileştirilenlerin yalnızca bir hayaletten ibaret oluşlarının anlatısı…

Filmin orijinal adı “Capharnaüm” Fransızca kökenli bir sözcük ve kaos anlamına geliyor. İncil’de ise  lanetlenmiş bir köyün adı. Labaki, filmin adından başlayarak adeta kaotik bir dünyada yaşadığımızın altını çiziyor.

Yönetmen acıyı, aile olamamayı hatta yoksulluğu tek bir mekana sıkıştırmak yerine dört ayrı mekan ve atmosfer kullanmayı tercih ediyor: kenar mahalle, lunapark,semt pazarı ve ötekilerin yaşadığı barakalar… Labaki, bu dört dünya arasında çok iyi bir denge ve dinamizm elde ediyor.

“Orada çocuklar eceliyle ölüyormuş”

Film tüm dünyada artan göçlerle ve giderek yok olan insanlıkla birlikte yaşanan dramlarda en çok kadınlarla çocukların ezildiğini gösteriyor. Film bittikten sonra bu hayatların, bize çok yakın olmasına rağmen çoğumuz için değil insanın “ne yapabilirim?” düşüncesini en derininde hissetmesini sağlamaktadır.Genel olarak ele aldığımızda Kefernahum, “Beni niye dünyaya getirdiniz?” diye ailesine karşı çıkan bir çocuğun filmi değil. Tam aksine, başına gelenlerden yakınmaktan ziyade sonuna kadar direnmeyi tercih eden bir çocuğun hikayesi… Hatta Zain’in bu direnç ve kararlılığı filmi seyrederken beni utandırıp yerin dibine soktu.

1974 doğumlu Lübnanlı kadın yönetmen Nadine Labaki 2000’lerden beri birbirinden ilginç filmler yaptı. (Karamel, Peki Şimdi Nereye?, Mea Culpa- Benim Hatam, İdol) Her filminde de bir kadın ve bir anne olmanın tüm sorunlarını duyarlılıkla perdeye yansıtmayı başarmış. Kefernahum ile filmlerini ayrı bir noktaya çıkarmış. Göçmenlik,yoksulluk, çocuk istismarı, kimliksizlik ve aidiyetsizlik.. Labaki’nin en çarpıcı, ama daha da önemlisi isyan ettiren filmi olmuş…

Bir insan kendi ülkesinde yabancı olmayı ister mi? Kurtuluşu yoksa yoksulluktan, açlıktan, istismardan, kimliksizlikten…

Peki Kefernahum neresi? Lübnan’da bir yaşam merkezi Kefernahum, deniz kıyısında, belki de yaşanması en güzel yerlerden biri… Biz o merkezin sadece bir kesitini görüyoruz. Daha doğmadan gözden çıkarılmışların, resmi hiçbir kaydı olmayanların dünyasını izliyoruz. Küresel sermayenin yarattığı küresel yoksunlukla yüzleşiyoruz.

Kefernahum belgesel film değil, ama belgesel denli hayatın içinde. Mekânlar da oyuncular da gerçekçi. Yönetmen aslen Suriyeli bir göçmen olan başroldeki Zain Al Rafeea dahil çoğunlukla amatör oyuncularla çalışmış. Gerek bu özelliği, gerekse gerçek mekanlarda çekilmiş olması ve tabii sıradan insanların günlük yaşamlarını perdeye getirmesi dolayısıyla  ilgileri üzerine çeken bir film.

Filminin,  ‘ben niye yaşıyorum?’ diyen çocukların hikayesi olduğunu söyleyen yönetmen, çocukların bugünkü dünyasını kaosu çağrıştıran Kefernahum’a benzettiğini söyleyerek, “Bu cehennem ve biz de cehennemde yaşıyoruz” diyor. Film, tüm dünyada hakim olan mülteci krizi içerisinde de çocuk haklarına ayrı bir yerden bakmak gerektiği mesajını veriyor. Ayrıca “Sanırım her yerde gördüğümüz bu çocukların görüntüsünden etkilenen tek kişi ben değilimdir” diyen Labaki, filmdeki duygularını var olan gerçeklikle kameraya yansıtırken, izleyen seyircilere de bu duyguların kendi yaşamlarındaki karşılığını sorgulamak kalıyor.

“Beni yargılayamazsınız çünkü beni zaten vicdanım yargılıyor