Sinemaların aylarca kapalı kaldığı, ardından açılıp tekrar kapandığı üzücü bir dönem.Sinemaların açık kaldığı o kısa dönemde İstanbul’da bir takım gösterimler olmuş ve ben de sinemalara koşmuştum. Dünyanın farklı ülkelerinden pek çok filmi izleme şansına erişmiş olsam da bir tanesine dikkat çekmek istiyorum. Son yıllarda yükselişe geçen ve Hollywood’un bir tür yedek lastiği ya da rakibi (?) olarak da görenlerin olduğu Güney Kore Sineması’ndan gelen bir örneğe. Ancak bu filmin yönetmeni ne Hollywood’a yedek lastik olur ne de rakip çünkü tam bir yaratıcı sineması yapıyor. O yüzden çektiği filmleri çok az kişi izliyor ve haliyle daha pek çok güzel şey gibi hak ettiği değeri elbette göremiyor…

Ve evet nasıl tarif etmeli ki bu filmi? Kuşkusuz o kadar da kolay değil bir Hong Sangsoo filmini yazmak…Berlin Film Festivali’nde en iyi yönetmen ödülünü kazandıran son filmi Kaçan Kadın (Domangchin Yeoja) için özünde dört kadının hikayesi diyerek başlamak doğru olacaktır. Elbette bu kadınların bir tanesi başrol. O da Gam-hee… İşte Gam-hee sırasıyla diğer üç kadın arkadaşını ziyaret ediyor ve aralarında geçen birkaç farklı sahnedeki muhabbetlerine şahit oluyoruz. Bir tanesi eşinden boşanmış, diğeri kısa süreli ilişkiler yaşayan ama bu ilişkileri yürütemeyen başka bir müzmin yalnız, diğeri ise evli ama eşinin fazla göz önünde olmasından, muhtemelen yeterince bir arada olamamaktan rahatsız, Gam-hee ise beş yıldır evli olduğu eşinden bugüne değin bir gün bile ayrı kalmamış ama eşini sevip sevmediğinden emin bile değil, muhtemel ki hiç ayrı kalmadığı bir eş o kadar da çekici gelmiyor. Dahası da var; son ziyaret ettiği arkadaşının o göz önündeki eşi Gam-hee’nin eski sevgilisi ve görünen o ki Gam-hee’nin hala bir şeyler hissettiğine dair emareler mevcut…

Sangsoo, başrolün her sahnede bir biçimde izleyici olduğu üç farklı durak inşa ediyor. Her zaman olduğu gibi bolca diyaloğa yaslanan, hatta bir kez daha izlemenin de faydalı olacağı… Tiyatro ya da kısa öykülerle benzeşen ama bir takım sinemasal manevralarla oranın ötesine geçen bir anlatım.Perdeden sahnelerin içine girmek isteyeceğimiz düzeyde yumuşak bir sinema dilini destekleyen son derece hoş kadrajlar, mükemmele yakın oyuncu yönetimi, doğal ve minimal oyunculuklar, az ve ölçülü kamera hareketleri, ve yine az miktarda sahneler arasında ve içinde bakış açımızı değiştiren zoom-in ve zoom-out yapan bir kamera ve yine geçişlerde tercih edilen sınırlı müzik kullanımıyla şiirsel bir anlatımı yakalıyor. Evet bilinçli biçimde öyküde yorum yapmamızı çok da zorlamayacak düzeyde eksiltiler bırakıyor, tıpkı anlattığı karakterlerin iç dünyası gibi…  Zaten o karakterler değil mi ki birbirlerinden farklı hayatları olmasına rağmen bir türlü bütünlenmiş hissedemeyen…