Robert Eggers’ın tarihi epik filmi The Northman/Kuzeyli, geçen ilkbahar vizyonda seyircisiyle buluştu. Bu filmin, Sheakspeare’in Hamlet oyunun bir uyarlaması olduğu şeklinde onlarca yorum okudum. Ancak doğrusu, 12.yüzyılın ortaları ve 13.yüzyılın başında yaşamış olan Danimarkalı tarihçi/yazar Saxo Grammaticus’un yine 13.yüzyıl başlarında tamamladığı İskandinav prensi Amleth’in hikâyesinin, sonrasında Sheakspeare’in Hamlet oyununa ilham olduğu yönünde. Yani bir anlamda Eggers, Sheakspeare öncesi Sheakspeare dönemiyle ilgileniyor. Belirgin farklarla…
Robert Eggers’ın bir Viking projesiyle ilgilenmesinin sebeplerinden biri, İskandinav mitolojisine meraklı olan eşi Alexandra Shaker’la, 2016’da İzlanda’ya yaptıkları gezi oluyor. Birçok sebeple tesiri altında kaldıkları bu gezi esnasında, Björk ve Björk’ün bazı şarkı sözlerini de birlikte yazdıkları Sjón’la tanışıyorlar. Bu tanışma ile birlikte senaryoyu geliştirebileceklerini görüyorlar. Sjón aynı zamanda bir şair/yazar ve senarist. Onu 2021 tarihli Lamb filmiyle hatırlayacaktır izleyici. Öte yandan, filmin çılgın İskandinav prensi Amleth’i oynayan Alexander Skarsgảrd da küçükken dedesinin anlattığı İskandinav masallarının tesiriyle bir Viking efsanesini anlatmayı ve böyle bir projede olmayı uzun süredir planlıyormuş. Dolayısıyla The Northman, bu anlatma/gösterme isteğinin taraflarını bir araya getiren bir film gibi görünüyor.
Film bir intikam hikâyesi. Hamlet referansıyla aslında konunun bu yıkıcı isteği merkeze koyduğunu anlamak mümkün. M.S 9.yüzyılda kral Aurvandill(EthanHawke) çıktığı denizaşırı seferden topraklarına, eşi Gudrún(Nicole Kidman) ve varisi prens Amleth’e (Oscar Novak/Alexander Skarsgảrd) geri dönüyor. Kısa bir süre sonra kral, kardeşi Fjölnir’in (Claes Bang) suikasti sonucu öldürülüyor. Amleth ise bu saldırıdan kaçarak kurtuluyor ve denize açılıyor. Hikâye, Amleth’in bundan sonra kaçarken neredeyse bir mantra, bir nakarat gibi tekrarladığı ‘İntikamını alacağım baba. Seni kurtaracağım anne. Seni öldüreceğim Fjölnir.’ cümleleriyle hınçla hayatta kalmaya çalışacağının işaretini veriyor.
Filmin ikinci bölümünde, Amleth’i yetişkin bir erkek olarak görüyoruz. Rus toplulukların arasına karışıyor, onlarla birlikte Slav köylerini basıyor, yağmalıyor. Ve hâlâ babasının intikamını alacağı belirsiz bir zamanı bekliyor. Bu yağmalar esnasında Fjölnir’in topraklarının Norveç kralı tarafından işgal edildiğini ve Fjölnir’in ailesiyle İzlanda’ya kaçıp, koyun sürüsü yetiştirmeye başladığını öğreniyor Amleth. Ve kendisini saf bir köle gibi servis edip, diğer Slav kölelerle İzlanda yolculuğuna çıkıyor. Sonrasında da onu Fjölnir’in topraklarında görüyoruz ve saf köle performansıyla korkunç intikam arzusunu planlamaya başlıyor.
The Northman’ın prensi Amleth ile Sheakspeare’in Danimarkalı prensi Hamlet’in yazgıları arasındaki benzerliği ortadan kaldıran ve tarihsel bir dramayı adeta gore sınırlarına taşıyan, vahşi bir anlatı olduğu yorumlarını okudum çeşitli mecralarda. Bu indirgemeci bakış açısını esnetip açarak, sınırlarını genişleterek filmi okumak bana daha doğru bir yaklaşım geliyor. Eggers, bu antik mitolojiyi bana kalırsa da gore sınırlarına taşımış bununla birlikte toksik maskülanite ve ataerk alışkanlıkların gaddarlığına dair bir okuma alanı açmayı öncelediğini de düşünmüyorum. Kökenleri belirsiz bu kuzeyli efsanelerini farklı bir arkeolojik yaklaşımla okumak da yine kişisel yani Eggersca bir şey olacaktır. Bu bakış açısıyla The Northman’ın, yönetmenin önceki filmleri The Witch ve The Lighthouse gibi metaforik ve derinlikli anlatılar olduğunu söylemek elbette çok zor. Ancak yönetmenin de bu Viking hikâyesi ile yapmaya çalıştığı şey bana öyle geliyor ki, intikam duygusunun yarattığı aptallığı, yaptırdığı şeylerin/sürecin aptallaşması ile ilgili olmalı. Amleth isminin etimolojik kökenleri kesin olarak bilinmemekle birlikte araştırdığımda, İzlandaca aptal, ahmak anlamına geldiği, Eski İskandinav dilinde ise kızdırmak, şiddet, delilik anlamlarında kullanıldığı bilgisini edindim. Amleth bir anlamda öfkesiyle daha da şişinmiş, bilenmiş trolvari cüssesiyle Fjölnir’in satın aldığı esirler arasında iken aniden kamburu çıkmış, sinik ve aptal bir performans sergilemeye başlıyor. Yani düşmanının dikkatini çekmeyecek kadar saf ancak her daim uyanık ve kurnaz. Tam bu esnada Hamlet’i anımsayalım. Amleth’ten farklı olarak o da amacına giden yolda deliliği seçerek böyle bir var oluşla intikam mağarasında sırasını bekliyordu. Biri aptallığı diğeri de deliliği kuşanarak. Bu iki epik karakteri birleştiren şeyse ikisinin de seçimlerinde kararsızlığa düşmeleri. Yollarından, kararlarından mutlak bir şekilde emin olmamaları. Dolayısıyla bir yandan da kaderleriyle olan inişli çıkışlı içsel çatışmalarına tanık oluyoruz bu iki karakterin. Eggers’ın anlatısına gelen önemli eleştirilerden biri de bu hususta yani karakterlerin (özellikle Amleth’in) içselleşmemiş bir portre çizmesi. Bu eleştiriyi dışlamak mümkün değil ancak tamamen teslim olmak da söz konusu değil. Nihayetinde Amleth’in özellikle Slav iksirci köle Olga ile tanıştıktan sonra bambaşka bir yol seçmekle ilgili içinde kaldığı kaotik durumu görebiliyoruz. Olmak ya da olmamakla ilgili çatışma Hamlet’te daha entelektüel bir krizken Amleth’te yoğun brutal bir tona sahip.
Öte yandan Amleth’in çocukluğundan itibaren iktidar, güç amacı/kaygısıyla yetişmiş bir karakter olduğunu fark ediyoruz. Babası Aurvandill seferden döndükten sonra soytarı/kahin Heimir’le birlikte Amleth için bir erginleşme ayini tertipliyorlar. Bu ayinde zaten Amleth’in güç ve soy için çokça kan dökeceği bir and, bir yemin şeklinde belirleniyor. Amleth babasının karnındaki yaraya temas ettiğinde imgeleminde kral soy ağacını ve kendisini kral olarak görüyor. Ardından ata hayvanını seçiyor. Ayı ve kurt. Aurvan dille kurtlaşarak, ulumaya başlıyorlar. Ve erkeklik ayini sona eriyor. Başka bir sahnede artık yetişkin olan Amleth beraber takıldığı barbar istilacılarla geceliyor. Bir testi şarap için gece yürüyüşüne çıkıyor. Ve kamera kadrajını sağa kaydırarak bakışımızı, karakterin bakışıyla bizi ıslak ve puslu bir gecenin içinde tıslayan sese yöneltiyor. Kör bir büyücü (Björk) çıkıyor karşımıza. Amleth’e söyledikleri önemli. “Ağlamayan adam olmak yetmez. Kaderinden vazgeçen prens. Hiçbir şeyi umursamayan bir canavar. Damarlarında akan öfke nehrini hatırla. Seni kuzeyde bir adaya götürecek…”. Amleth’in unutulmuş yazgısını hatırlatan bu sahneden sonra Amleth’in, İzlanda’da yaşadığını öğrendiği amcasına satılmak üzere yola çıkan köle teknesiyle ‘kahramanın yolculuğu’ diyebileceğimiz serüveni başlıyor.
Bu sahne ile ilgili yorumumu yapmadan önce benzer bir başka sahneyi hatırlatmamda yarar var. Amleth, amcasını öldürebilmek için kör büyücünün müjdelediği zehirli kılıcı bulmak istiyor. Sinsice yaptığı keşif yürüyüşlerinden birinde karşısına kuzgunlar (elbetteki Odin’in kuzgunları Hugin ve Munin’dir bunlar) ve bir kurt çıkıyor. Kurdu takip edince bir şamanla karşılaşıyor. Bu şaman, Heimir’in Yorickvari kafatasıyla transa geçip, Fjölnir’i draugr kılıcıyla öldürebileceğini bu sebeple draugr’un sahibi olan dağ sakinini ziyaret etmesi gerektiğini söyler. (Bu kılıç meselesi sahiden önemli mi derseniz, intikam söz konusu olduğunda seremonik bir biçimde önemli galiba. Hatırlayalım, Kill Bill’de de gelinin intikamı için bir Hattori Hanzō kılıcı gerekli olacaktı)Amleth, bu kehanetin ardından kılıcı koruyan kralla karşı karşıya geliyor. Gece Kralıvari bu zombiyle dövüşüyor Amleth. Yine kamera kadrajını bu kez sola kaydırarak bakışımızı bu zombi krala yöneltiyor. Az önceki mücadeleye girişmemişçesine asırlardır koltuğunda oturur gibi draugr kılıcını taşıyor. Ve Amleth’i kılıcı ondan alırken görüyoruz. Bu sahneler filmin akışı içinde önemli ve hikâyeyle ilgili seyirciye bir şey söylüyor. Amleth belki de hatta güçlü bir olasılıkla ne adı geçen büyücülerle ne de kılıcı koruyan bir zombi kralla karşılaştı (ki karşılaşmış olsa dahi bahsettiğimiz dönemlerin belirsizliği, folksagaların, efsane ve mitlerin iç içeliği ve erginleşme, büyüme, dönüşme anlatılarını etkilemesi açısından önemli bir fark yaratmaz) Bu unsurlar karakterin/Amleth’in kaçamayacağı yazgısını ona ve izleyiciyi de hatırlatmak için orada. Mitler üzerine araştırmalar yapan Mircea Eliade, mit/efsane ve masalların ortak yanıyla ilgili şunları söylüyor. Zorlu sınav, yolculuk ve evlilik. Zorlu sınav, bir canavarla savaşmak, aşılamayacakmış gibi görünen engeller ve çözülmesi gereken bilmeceler, imkânsız görevler…* Sanıyorum bu formülün, The Northman’ın anlatı dilini biçimlendirdiğini söylemek yanlış olmaz yani Amleth’in babasının katline tanık olmasıyla birlikte artık zamanın onun için yapılması zorunlu olan şeylerle birlikte değişmesi, Eliade’nin bu görüşüyle paralel şekilde ilerleme gösteriyor.
Her şeye rağmen The Northman’ın bir stüdyo destanı olduğunu da kabul etmemiz gerekiyor. Zaten sosyal medyada filmin çekimleri esnasında Eggers, yazar ekibi ve yapımcılar arasında fikir çatışmaları olduğunu okumuştuk. Eggers’ın önceki filmleri The Witch ve The Lighthouse arthouse filmler olmakla birlikte A24’ün böyle bağımsız filmleri çatısı altında toplamakta uzmanlaştığını biliyoruz. Ancak söz konusu Focus Features gibi film dağıtım şirketi olunca, işler şirketin yönlendirme ve isteklerine açık oluyor sanıyorum. Eggers’ın mealen, “eğer şirket sürekli bizi yönlendirirse filmi çekmek zorlaşır”, şeklinde yorumlarını da okumuştum. Filmin ana akım film formüllerine yakın durmasını bu mevcut durumla açıklamak mümkün olabilir.
Oyuncu kadrosuna göz attığımızda, rol yapmayıp adeta Amleth’in kendisi olan Alexander Skarsgảrd’ın bu filmi çok önemsediğini görebiliyoruz. Skarsgảrd, annesi rolündeki Nicole Kidman’la daha önce, bir televizyon dizisi olan Big Little Lies’da birlikte oynamışlardı. Keza Skarsgảrd, bir güney gotiği olan Charlaine Harris’in Sookie Stackhouse serisinin televizyon uyarlaması olan True Blood dizisinde, M.S 10.yüzyılda İsveç’te doğmuş Viking bir vampiri, Eric Northman’ı canlandırmıştı. Oyuncunun Viking efsanelerine olan takıntısını fark etmemiz açısından Northman göndermesini anlamlı buluyorum. Bununla birlikte Skarsgảrd, çok yoğun bir egzersiz programıyla hazırlandığını söylüyor. Tarzan filminde birlikte çalıştığı spor eğitmeni Marcus Lygdbἄck, bu yapımda da onun egzersiz programını ve yemek listesini hazırlıyor. Skarsgảrd, oyunculuk yapmadan önce orduda görevli olduğu için bu programı son derece önemseyerek ancak çok da form da bir şekilde adapte oluyor.
The Northman’ın bir dönüşüm filmi olduğunu söyleyebilir miyiz? Amleth’in, kaderini yaşaması gerekliliğiyle ilgili seçim yapmak zorunda olması ve bu konuda karşı karşıya kaldığı zorluklar onu insan formundan hayvan formuna dönüştürüyor. Böğüren, naralar atan, meydan okuyan, ayı/kurt postuna bürünmüş bir öfke/acı formuna. Ancak Amleth, tüm bu zorlukların sonunda yıkıcı bir intikamdan fazlası olamıyor. Ve onun gerçek bir dönüşüme fırsat bulamadan Valhalla’ya yükseldiğini görüyoruz.
Robert Eggers son yılların en güçlü, en yıldızı parlayan yönetmenleri arasında. Kendi sinema olanaklarını/ imkânlarını seyircisiyle birlikte keşfeden bir serüvenci aynı zamanda. Geleceğin sinemasına kendi düşünme pratikleriyle yeni alanlar açacağından hiç kuşkum yok.
*Fantastik, Jacqueline Furby, Claire Hines, Kolektif Kitap,2014