Sergei Eisenstein sinemasını daha iyi anlatabilmek adına kısaca Eisenstein sinemasının ve Sovyet Montaj Ekolünün ortaya çıktığı Sovyetlerde yaşanan Ekim Devriminden bahsederek yazıma başlayacağım. Jülyen takvimine göre 25 Ekim 1917’de (Miladi takvime göre 7 Kasım 1917) gerçekleşen Ekim Devrimiyle beraber iktidar Lenin yönetimindeki Bolşeviklere geçmiş oldu.  20. Yüzyılda gerçekleşen en önemli olaylardan biri olan Ekim Devrimi sinema tarihini dönüştüren ekollerden biri olan Sovyet Montaj Ekolünün ortaya çıkmasını sağladı.

Sinemanın gücünü fark eden ilk liderlerden olan Lenin, Ekim Devriminden yaklaşık iki yıl sonra yayınladığı kararname ile sinemacılık alanını devletleştirdi ve Moskova’da sinema okulu (VGIK)  kurulmasını sağladı. Lenin’in sinema alanına yatırım yapması ve bu alanı denetlemeye çalışmasındaki ana etken sinemanın topluma devrim düşüncesi aşılayacak ve toplumu istediği şekilde dönüştürecek araç olduğuna inanmasıydı.

Lenin, ülkenin her yerine propaganda amacıyla ürettirdiği filmleri ulaştırmak için ajitasyon treni olarak anılan sinema trenlerini oluşturmuştu. Ajitasyon trenlerinde gösterilen filmler Lenin’in ideolojisini yayan öğretici filmler ve belgesellerden oluşuyordu. (Kurmaca filmlere pek rastlanmıyordu.) Ekim Devriminden sonra sinema alanındaki yaşanan sorunların başında ham film stokunun az olması geliyordu. (Savaş sonrasında dışarıdan ham film alımı durmuştu.) Lenin’in 1921’in sonlarına doğru kısıtlı da olsa sinema alanında özel girişimlere izin vermesiyle sinema alanında yaşanan sıkıntılar çözülmeye başlandı ve üretilen film sayısında 14 kattan fazla artış yaşandı.

Ekim devrimi sonrasında, Lenin’in politikalarının sinemayı ne yönde dönüştürdüğünden yazımın başında kısaca bahsettim, şimdide Eisenstein’ında içlerinde bulunduğu Sovyet Montaj Ekolünden kısaca bahsedeceğim.   Sovyet Montaj Ekolündeki yönetmenler aynı zamanda önemli teorisyenlerdir. Bu yönetmenleri (Kulesov, Vertov, Pudovkin, Dovzhenko ve Eisenstein) ortak noktada buluşturan şeyse hepsinin sine-poetika temeli olarak montajı görmeleridir. Yönetmenlerin montaja yükledikleri anlamda farklılıklar olsa da verdikleri önem benzerdir.

Sergei Mihailoviç Eisenstein sinemasını anlayabilmek için Eisenstein’in hayatına, aldığı eğitimlere ve etkilendiği düşünce ve düşünürlere yakından bakmamız gerekiyor. 1898 yılında Riga’da dünyaya gelen Eisenstein küçük yaşta Rusçanın dışında üç ayrı dil daha öğrendi. (Fransızca, Almanca ve İngilizce) Babasından etkilenen Eisenstein onun gibi üniversitede mühendislik eğitimi almaya başladı.  Eisenstein montajı anlamlandırırken mühendislik eğitiminden bolca faydalanmıştır.

Eisenstein’ın düşüncelerini etkileyen insanların başında Vsevolod Meyerhold gelmektedir. Eisenstein tiyatroda çalıştığı dönemde oyuncu ve yönetmen olan Meyerhold için dekor ve giysi hazırlamıştır. Eisenstein, Meyerhold için çalıştığı bu yıllarda onun biyo-mekanik kavramından etkilenmiş ve kendi sinemasının temelinde bulunan atraksiyonlar montajını geliştirirken Meyerhold’un düşüncelerinden faydalanmıştır.

Eisenstein sinemasını diğer yönetmenlerin sinemasından ayıran iki önemli nokta bulunmaktadır. Bunların ilki Eisenstein’ın çizgisel anlatıma dayalı Amerikan kurgu anlayışın dışında kendi kurgu anlayışını yaratmasıdır. Eisenstein kendi anlayışına ‘’çarpıcı kurgu’’ adını vermiştir. (Ayrıca Eisenstein’nın kurgu anlayışının oluşmasında Grrifth’in Hoşgörüsüzlük filminin etkisi bulunmaktadır.) ‘’Bu anlayışa göre eylemden bağımsız olarak seçilen görüntüler, zamandizinsel akış yerine, seyircide en yoğun ruhbilimsel etkiyi uyandıracak biçimde kurgulanmalıydı. Yönetmen seyircinin bilinç altında, verilmek istenen iletiyi kavramaya elverişli bir ortam yaratmalıydı. Seyirci bir düşüncenin doğmasına kaynaklık edecek ruhbilimsel bir konuma getirilmeliydi.’’ (Teksoy, 2005, s.141) Eisenstein çarpıcı kurgu anlayışını tüm filmlerinde sürdürmüştür, bu anlayışına örnek olarak Eisenstein’in ilk uzun metrajı Grev (1925) filminden bahsedeceğim. Film 1903 yılında Rus İmparatorluğunda bir fabrikadaki işçi grevini konu almaktadır. Filmin sonlarına doğru askerlerin grev yapan işçilere ateş açtığını görürüz, tam bu noktada filmdeki olay örgüsünden bağımsız olan mezbahada kesilen sığır görüntüleri filme dahil olur. Peş peşe gösterilen birbiri ile net bir bağı olmayan bu iki sahne ile Eisenstein yeni bir anlam oluşturmayı başarmıştır. Eisenstein çarpıcı kurgu anlayışı ile izleyenleri şaşırtarak etkilemeyi başarmıştır.

 

Eisenstein sinemasını diğer yönetmenlerin sinemasından ayıran ikinci nokta ise kahramanın birey değil kitle olmasıdır. 1937 yılında yayınlanan Aleksandr Nevski filmi dışındaki tüm filmlerinde kahraman kitledir. Sinema tarihinin en önemli yapıtlarından olan Potemkin Zırhlısı (1925) filminden örnek vererek yazıma devam edeceğim. Gerçek bir olayı anlatan filmde ‘’ Yalnızca dört profesyonel oyuncu rol almıştır. Çünkü hiçbir rol öne çıkmaz, filmin başoyuncuları halk ve zırhlıdır.’’ (Teksoy, 2005, s.143) Toparlayacak olursam, Eisenstein montaj ile seyirciyi şaşırtmayı ve seyircinin duygularını yönlendirmeyi amaçlamaktadır. Eisenstein zıtlıkları ve çatışmayı sanatın temeline yerleştirmektedir ve  montaj anlayışında zıtlıklardan sık sık yararlanmaktadır.

 

Kaynakça

Teksot, R. (2005). Sinema Tarihi. İstanbul: Oğlak.

Abisel, N. (2007). Sessiz Sinema. Ankara: De Ki.

Clarke, J. (2012). Sinema Akımları: Sinema Dünyasını Değiştiren Filmler. Şahan Yatarkalkmaz (Çev.). İstanbul: Kalkedon.