Juho Kuosmanen, henüz ikinci filmiyle adını ustalar arasına yazdırıyor. Ne büyük olay! 6 Numaralı Kompartıman (Hytti Nro 6) küçük bir sinema dersi… Sevginin, dostluğun ve ânı yaşamanın önemini hatırlatan, aynı zamanda kağıttan kuleden farksız önyargılarımıza temas eden bir insanlık dersi de… Tarihe geçen 2021 Cannes’ında Altın Palmiye’ye bile uzanabilirmiş. O denli.
2016’da ilk uzun metrajı Olli Malki’nin En Mutlu Günü’yle yetenekli bir sinemacı olduğunu muştulayan Juho Kuosmanen’in Cannes’da Grand Prix kazanan ikinci filmi 6 Numaralı Kompartıman da bu yıl izlediğim Hamaguchi’nin Drive My Car’ı, Moretti’nin Tre Piani’si ya da Campion’un The Power of the Dog’u gibi bir edebiyat uyarlaması… Yılın en dikkat çekici uyarlaması olarak gördüğüm Drive My Car’la kıyasladığımızda ise ilk elde sanırım şöyle bir çıkarımda bulunabiliriz: Drive My Car, evet muhteşem bir uyarlama, ama göstermekten çok anlatmayı yeğleyen bir film, diyaloglar üzerinden kendini kuran, sinemada edebiyata mümkün olduğu kadar yaklaşmaya çalışan bir film, Nuri Bilge Ceylan’ın Ahlat Ağacı gibi… Rosa Liksom’um aynı adlı eserinden uyarlanan 6 Numaralı Kompartıman ise göstermek ve anlatmak arasındaki dengeyi kuran, sinema duygusu daha yoğun bir film. Drive My Car, daha çok edebiyat, hatta tiyatro. 6 Numaralı Kompartıman ise daha çok sinema diye özetlersek yanlış olmaz. Ama sonuçta ikisinin de kullandığı araç sinema…
6 Numaralı Kompartıman’ı izledikten sonra yaşattığı duygu yoğunluğu bana John Berger’ın Sight & Sound dergisinde 1991 yılında yayımlanan ‘Ev’ry Time We Say Goodbye’ adlı yazısını hatırlattı. Bu yazıyı ilk olarak 2010 yılında Sözcükler Dergisi’nde okumuştum (sonra başka çevirenler de oldu). Yazar sinemayı resim, tiyatro ve bittabi romanla karşılaştırırken, resim bizi evin içine çeker, oysa sinema dışarı götürür demişti. Sinema bizi yolculuklara çıkarır, bir istasyona gelir ve bizi orada bırakır. Kader birliği ettiğimiz karakterlerle er ya da geç yolumuz o istasyonda (film bittiğinde) ayrılır, o yoluna devam eder, biz de. Buradan hareketle Berger, geniş bir zaman dilimini ele alan bir romana da kıyasla sinemanın hayattaki tesadüflere daha yakın olduğunu söylüyordu. Filmdeki karakterleri bir Prens Mışkin ya da Julien Sorel kadar tanımayabiliriz, en nihayetinde onlarla yaşamayız, sadece karşılaşır ve ayrılırız. Resim ya da fotoğrafta olduğu gibi sinema bizi geçmişe götürmek zorunda olan bir sanat da değildir. Resim ve fotoğraf ham maddesi gereği kaçınılmaz biçimde geçmişe konumlanır. Sinemaysa hiçbir sanatın ulaşamadığı ölçüde şimdiyi yaşatma gücüne sahiptir. Yönetmen kamerasıyla o cangılın içine girer ve çıkar, o kadar… 6 Numaralı Kompartıman tam da böyle bir film.
Ne güzel tesadüftür, birbirine etnik, sınıfsal ve belki cinsel tercihler açısından dahi (kadın karakter bir kadına aşık) farklı bir maden işçisi ile arkeoloğun Moskova’dan Finlandiya sınırına yakın Murnansk’a yaptıkları tren yolculuğuna tanık olduk. Film farklılıkların içindeki o gönül birliğini yakalayan, yok aslında birbirimizden o kadar farkımız diyen oldukça özgün bir aşk filmi olarak da yorumlanabilir… İki karakterin de geçmişlerine dair bilgimiz yok, elbette geleceklerine dair yorum yapmaktan başka şansımız da yok. Cinsellik yaşamadılar, bundan sonra bir araya gelecekler mi, bilmiyoruz. Ama birbirlerini sevdiklerini biliyoruz. Ne güzel ki her ikisi de bu bilgiye sahip olarak bizden ayrılıyorlar. Büyük çoğunluğu, 6 numaralı kompartımanda vuku bulan bu karşılaşma, öylesine incelikli bir karakter çalışması, başarılı bir oyuncu yönetimi-oyunculuk ve handiyse Rumen Yeni Dalgası gerçekçiliğinde bir sinema dili ile usul usul örülen bir senaryoyla perdeye geliyor ki, hayran olmamak elde değil. Laura (Seidi Haarla) sevgilisi (Irina) gelmediğinden petroglifleri görmek için yalnız başına çıkıyor bu yolculuğa. Aynı kompartımanda kader birliği ettiği ise Ljoha (Yuriy Borisov). Bu yolculuk tanımadıklarımıza ilişkin önyargılarımızın nasıl yavaş yavaş kırılabildiğini göstermesi açısından değerli, ikisi için de. Bizlerin de filmin başındaki yargılarımızla sonundaki yargılarımız kuşkusuz farklılaşıyor…
6 Numaralı Kompartıman bir arkeoloji öğrencisi özelinde geçmişe takılıp kalmakla da yüzleşiyor. Laura; bugünü daha iyi anlamak için geçmişle yüzleşme kanaatinde ve bir de el kamerası var geçmişi kayda alan… Ama o kamera da Laura’nın ilk izleniminin olumlu olduğunu düşündüğümüz biri tarafından çalınmasın mı? Aslında o noktadan sonra Laura’da geçmişe değil şimdiye odaklanma düşüncesi sanki daha bir yeşeriyor. Görmek istediği petrogliflere ulaştığında da hayatta ulaşılacak bir sonun olmadığını herhalde daha iyi anlıyor olsa gerek. Belki de öncelikle arzunun değil, sevginin, dostluğun daha önemli olduğu, bunların bizi insanlaştırdığı öne çıkıyor ve yaşadığı anın öyle veya böyle tadını çıkarmak kalıyor geriye. Evet, evrenin basit sırrı budur belki de, herkes için olmasa da… Filmin son yarım saati ve finalinin filmi net biçimde başyapıt mertebesine yükselttiğini özellikle belirtmeliyim. Ve evet 6 Numaralı Kompartıman o biçim-içerik uyumunu özenle yaratan nadide filmlerden biri. Berger de o meşhur yazısında sinema trenleri ne de çok sevmiştir diyordu ya. İçinden tren geçen, hatta trenin içinde geçen filmler, üstelik 6 Numaralı Kompartıman gibi ustaca bir bütünlük sunduğunda gözümüzde biraz daha büyüyor kanımca. Trenler, sinemanın doğasına çok başka yakışıyor. Laura’nın dinlediği Desireless’ın o meşhur şarkısı gibi, ‘Voyage Voyage’ (Yolculuk Yolculuk) ya da Berger’ın aynı sonuca ulaşan sinemaya ilişkin yazısındaki gibi ‘Her Zaman Hoşçakal Diyoruz’…
Filmin başlarında ve sonunda 2 kez karşımıza çıkan bir ifade var. Ljoha, Laura’yla tanıştığında Fince ‘Seni Seviyorum’ ne demek diyor. Laura da ‘Haista Vittu’ olarak karşılık veriyor, araştırınca (film bu konuda bir bilgi vermiyor) aslında bunun oldukça tanıdık bir argo ifade olduğunu öğreniyoruz. Acaba Laura’nın öncelikle aradığı gerçekten sevgi miydi sorusunun yanında en azından dil ve anlam üzerine önemli bir detay bu. Sadece filmin gösteren-gösterilenlerine maruz kalan çoğunluk, ki ben de ilk etapta onun içindeydim, hala da olabilirdim, Haista Vittu’yu tıpkı Ljoha gibi ‘Seni Seviyorum’ olarak bilecek ve sanırım bundan gayet memnun olacak. Laura’nın finaldeki hınzır gülüşünde dilsel göstereni çarpıttığı ama sonunda onun da mutlu ayrıldığı gerçeği de var kuşkusuz. Aslolan iletişim kurduğumuz farklı semboller, harfler ve onların pekiştirdiği farklılıklar değildir. Elbette farklılıklar da bir başka gerçeğimizdir, güzelliktir, zenginliktir ama işte o farklılıklara rağmen ortak duyguda ortak anlamda buluşabilmektir aslolan. Filmin içine gizlenmiş zekice bir mesajdır bu. Teşekkürler Kuosmanen…