58. Altın Portakal’ın Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması En İyi Film Adayı “Diyalog”un film ekibi 3 Aralık 2021’de Hacettepe İletişim Medya Topluluğu’nun konuğu oldu. Hacettepe Üniversitesi Beytepe Kampüsü Mehmet Akif Ersoy Salonu’nda yapılan söyleşiye Yönetmen Ali Tansu Turhan, Ortak Yapımcı ve Senarist Burcu Uğuz, Yardımcı Yönetmen Osman Sarp Altay, Sanat Yönetmeni Gizem Kahya İyem, Müzik Yapımcısı Tuğçe Şenoğul ve filmin başrol oyuncuları Hare Sürel ile Ushan Çakır katıldılar. Biz de SineBlog olarak, fırsattan istifade, Yönetmen Ali Tansu Turhan’a sorulmayan soruları sorduk.
Bağımsız film yapmak bir tercih miydi, yoksa bir zorunluluk mu?
Tercihlerimiz ve zorunda kaldığımız durumlar, yaşadığımız zamanın dinamiklerine göre şekilleniyor. Sistem kendini onaylamayan hikayelere ve insanlara her zamana engel olmaya çalışır. Bu sebeple zaten başlangıçtan itibaren, tercih ettiğim üretim modelinden başka bir seçeneğim yoktu. Bu noktada biz ve bize benzer ülkelerde yaşayan bağımsız üreticiler hiç de azımsanmayacak sayıda fazlayız. Bağımsız üretimlerle aslında yalnız olmadığımızı hatırlamamız çok olası.
Yerli destekler ve yabancı fonlar filme ne kazandırabilir veya tersinden ne götürebilir sizce?
Bahsettiğiniz destek ve fonların hangi şartlar altında gerçekleştiği bu sorunun cevabında belirleyici faktör. Eğer destekler ve fonlar sizin hayalinize karışmıyor ve size inandıkları noktada size yardım ediyorsa bu çok değerli. Fakat genellikle tam tersi yönde işliyor bu ilişkiler. Sizin masaya koyduğunuz projeyi kendi istedikleri yöne çekerek belki de sizi hayalinizden uzağa itiyor. Üreticinin var olma isteğinin sömürüsüne bile yol açabiliyor.
Diyalog için iki kişi mi gerekir? Sizce ne zaman başlar, ne zaman biter? Veya diyalog için muhakkak ses mi gerekir?
Çok güzel bir soru, öncellikle teşekkür ederim. Kelimenin temel anlamında iki noktanın olması gerekiyor. Fakat diyalog temel anlamını aşarak birçok şeyi kapsayan bir halde günümüzde. Merakla başlar diyalog. Merak azalmaya başladıkça tükenmesi çok olası. İletişimi ve kendimizi ifade etmeyi hep sözün/sesin üzerinden düşünsek de aslında birçok yolu var. Telefonlarımızdan girdiğimiz dijital dünya, giydiğimiz kıyafetler, gittiğimiz mekanlar, sevdiğimiz müzikler ve filmler kendimizi ifade etmenin farklı bir boyutu. Bu yüzden belki de söze/sese dayalı iletişimler hep aksak gerçekleşiyor. Sessizliği paylaşarak, hislere ve duygulara dayalı diyaloğu daha değerli buluyorum. Ses olmayınca yalan söylemek zorlaşıyor. Sessizliğin çıplaklığı iletişime de yansıyor diye düşünüyorum.
Diyalog filmi hangisi, bir hikâye mi, bir deneyim mi?
Rahatça deneyim diyebilirim. Hem filmin kendi içinde içeriği ve biçimiyle kurduğu ilişki, hem de seyircinin filmle kurmasını öngördüğümüz iletişimin seyirciden seyirciye göre değişmesi filmin seyrinin deneyime dönüşmesinde önemli bir faktör.
İki insanın tanışması sizce ne kadar sürer?
Birbirlerine duydukları merak devam ettikçe tanışma da devam eder. Merak etmenin sadece iki insan arasındaki tanışma için değil, insanın kendisiyle tanışması için de çok geçerli bir şey olduğunu düşünüyorum.
Filminizde iç içe geçen birden çok katman ve bunlarda da farklı çekim ve anlatı biçimleri var. “Tür” diye bir derdiniz yok mu?
Sanırım sınıflandırmayla, çerçevelemeyle ilgili bir sorunum var. Tüm kimliklerle hatta. İnsanı insan olarak, eşyayı eşya olarak tanımlamak benim için yeterli. Her türlü sanatsal üretim için de böyle düşünüyorum. Bir film izlerken, bir kitap okurken, bir müzik dinlerken üreticiyle doğrudan bir ilişki kurmaya çalışırım. Türün ya da onu çerçeveleyenlerin söyledikleri benim için önemli değil. Hayatı kolaylaştırmak için yaptığımız sınıflandırmalar sanırım artık hayatımızı zorlaştırıyor, bizi bizden uzaklaştırıyor.
Diyalog filmi ilişkiler üzerine yanıtlar vermekten çok sorular soruyor. Soru sormak yeterli mi sizce?
Hayatın her katmanı için sadece soru sormanın yeterli olduğunu düşünüyorum. Felsefenin de soru sormak üzerine temellerini attığını göz önünde bulundurursak ve yaşadığımız yüzyılda yüzeysellikten kaynaklı sorunların hayatlarımızı nasıl zorlaştırdığını kabul edersek, felsefenin aracı olan soru sormanın bizlere iyi geleceğini düşünüyorum.
Filmin her bir repliği son derece derinlikli ve anlam yüklü. Çekim aşaması dahil olmak üzere her bir replik ortalama kaç kez yeniden yazıldı?
Öncelikle Burcu Uğuz’la birlikte bir nefeste çıkan bir taslak çıkardık. Daha sonra Fahri Güllüoğlu’nun katılmasıyla iki aylık bir yazım süreci geçirdik. Üçümüz her cümle, nokta, virgül üstünde saatlerce çalıştık. Provalarda oyuncularla birlikte çalışmaya başlayınca birkaç repliği onların tonasyon ve dillerine daha organik oturması için birkaç değişiklik yaptık. Çok fazla değişiklik olduğunu söyleyemem. Belki de bu yüzden filmimizdeki replikler samimi ve doğrudan hissettiriyor seyircilerimize.
“Kendini var etmeye çalışmak yerine kendini bulmaya çalışmak”, kendini bulmak edilgen bir eylem diye düşünüyorum. Bulunma isteği diye nitelendirebilirim. Siz ne düşünüyorsunuz
Yaşadığımız yüzyılda bizlerden hep olmak istediğimiz personalarımızın başarılı olması bekleniyor. Çocukluktan itibaren sık sık karşılaştığımız bir soru: “ne olmak istiyorsun?”. Fakat hali hazırda olduğumuz bir insan var ve kimse bize o insanı sormuyor. Haliyle bizler de kendimize sormayı unutuyoruz olduğumuz insanı, halini, vs. Edilgen bir yapıya dönüşmekten ziyade, dışarısının beklentisi üzerine inşa edilmiş dışa dönük arayış yerine, içimize, kendimize yönelik bir arayışın bizlere daha iyi gelme ihtimalinin altını çizmek istedik. Özümüzün bizden beklediği bir bulunma istediğinin olması çok mümkün. Çünkü özümüzde yaşayan bizi çok uzun zamandır unuttuğumuzu düşünüyorum.
Yanlış anlaşılmak veya anlaşılmamak sizi korkutur mu?
Çok ince bir çizgi var ikisi arasında. Anlaşılmamak belki de yaşadığımız yüzyılda en çok başımıza geldiğini düşündüğümüz şey. Özellikle biz gençler için. Anlaşılmamazlık sadece insanın kendisinden kaynaklanmaz. İki tarafın katkılarıyla ortaya çıkan bir sonuç. Fakat yanlış anlaşılmak böyle değil. Yanlış anlaşılmaktan çok korkarım. Söylemek istemediğim sözün yükü, olmadığım kişinin yansıması beni yorar, kafama takarım.
Herhangi bir aşamada, filmi çekmekten vazgeçme, yenilgiyi kabul etme anınız ne zamandı?
Filmin üretim sürecinde böyle anlarım olmadı. Fakat bu filmin hayalini kurmadan önce böyle anlarım sıklıkla oldu. Hikâye anlatıcısı, hayalperest için eylemsizlik çok yıkıcı bir şey. Hayalinizi kalbinize koyup harekete geçtiğinizde bir daha vazgeçme düşüncesi aklınıza düşmeyecektir. Olsa olsa kaybettiğinizi hissettiğiniz anlar olabilir. Fakat kaybetmiş olsanız bile yolu yürüyebildiğiniz kadar yürüdüğünüz gerçeğini yadsımamanız gerekir. Yolun kendisini önemsediğinizde varış çizgisi çok da bir şey ifade etmez. Yola çıkmak, yoldan keyif almak, yol arkadaşlarınızla aynı dertleri paylaşmak, bunlar film üretimi samimi kılan düşünceler.
Diyalog filmi zihninizde çektiğiniz filmden ne kadar farklı?
Senaryodaki film, sette çekilen film, kurgu masasındaki film, perdedeki film ve seyirciyle ilişkiye girmiş film sürekli değişir. Değişim anlamı boyutlandırır. Değişime katkıda bulunan her süreç ve insan parça-bütün ilişkisi çerçevesinde karşılıklı beslenir ve besler. Zihnimdeki film kendimi ifade etmenin bir aracıyken, şimdi seyircisiyle buluştuğu halinde diğer bütün insanlarla duygudaşlık kurduğum bir eve dönüştü. Bu dönüşümden çok mutluyum.
Sanatçı olarak topluma söylemek istediğiniz, toplumun anlamasını istediğiniz tek cümleniz nedir?
Bizi çabalamak kurtarır, başarmak değil.