İran resmi televizyonu IRIB’da 20 yıldır prodüktörlük yapan çok yönlü sanatçı Giti Mahmood, mesleğini, eserlerini, Türk televizyonculuğunu, iki ülke arasındaki bağları ve Türkiye’de yapmayı hedeflediği TV dizisi senaryosunu anlattı.

Giti Mahmood Kimdir?

1973’te İran Azerbaycanı’nın Tebriz şehrinde doğdu. Fars Dili ve Edebiyatı Yüksek Lisans derecesi var. Ayrıca Tahran Radyo ve Televizyon Fakültesi’nde prodüksiyon eğitimi aldı. Asıl mesleği prodüktör olmakla birlikte aynı zamanda anlatıcı, editor, seslendirme sanatçısı, yönetmen ve yazar.

“Aynur” isimli, çocuklar ve gençlere yönelik hikaye kitabı 2000 yılında İran’da yayınlandı. Çeşitli üniversitelerde Fars Edebiyatı dersleri vermeye devam ediyor.

Portre fotoğrafçılığı alanında da çalışmaları bulunan Mahmood ayrıca mini golf spor koçluğu yapıyor.

Çeşitli festivallerde senaryo ve prodüksiyon dallarında ödüller kazanan Giti Mahmood halen İran devlet televizyonu IRIB’da özel yapım projelerde prodüktörlük yapıyor.

– Çocuklar için hikaye kitabı, belgesel, kısa film… Sizi bu kadar çok farklı alanda üretmeye iten nedir?

Biz insanlar o veya bu biçimlerde sanat eserleri yaratmak isteriz. Ancak bazı azimli yetenekler, fikirlerini bir sanat eserine dönüştürme yeteneğine sahip olurlar. İzleyici üzerinde olumlu etkisi olabilecek bir fikrim olduğunu düşündüğümde ondan bir sanat üretmeye çalışırım. Çoğu zaman, bir sanat eseri yaratmak, hem zihinsel hem de duygusal olarak, tıpkı Tanrı’nın tüm insanlara bahşettiği yaratma etkisi gibi aynı etkiye sahiptir üzerimde. Herhangi bir sanat eseri ile bir insan, sevgi, nefret, üzüntü ve neşe gibi duyguları ve kişiyi rahatlatmak için dökülebilecek diğer binlerce duyguyu ortaya dökebilir. Bence yazarlar, yönetmenler, oyuncular, yarattıkları rol ne olursa olsun, onu yaşıyorlar. Sanki tüm karakterler zamanla yeniden doğmuşlar ve herkes gibi yaşıyorlar. Elbette insanları mutlu etmek ve iyi hissetmek için sanat yapıyoruz. Özellikle belgesellerde mesela, karakterlerimizle birlikte çok fazla acı ve ıstırap çekiyoruz.

– Bir sanatçı olarak nerelisiniz? Ne kadar İranlı, ne kadar Müslüman, ne kadar Asyalı ve ne kadar enternasyonalsiniz?

Türk bir anne ve Fars bir babanın evladı olarak İranlıyım. Annem Tebrizli, babam Hamedanlı. Herkesin kimliğini şekillendirmede üç faktör rol oynar, bunlardan biri yaşlandıkça değişen biyolojik özelliklerdir. Benim için ikinci ve üçüncü faktörler daha önemli oldu. Ben bir TV medyası insanıyım ama radyoda da çalıştım. Çeşitli alanlarda binlerce dakikalık canlı programlar, belgeseller, çocuklar ve gençler için kısa ve uzun filmler, kukla gösterileri ve programlar yaptım. Bana göre sanat insanların çektiği acıyı hafifletebiliyorsa sanattır. İnsanın his ve duygularını ifade etme, yaşam ve evren hakkında bilgi edinmektir sanat.

Ben Müslüman bir kadınım ve Tanrı ile çok yakın bir ilişkim var, O her zaman benim destekçimdir. Evet, kendimi bir İranlı olarak görüyorum ama bugünün dünyasında, küresel köyde, ülkelerinin sınırları dışındaki kültürlerden etkilenmeyen birini tanıyor musunuz? Kitle iletişim araçları ve medya sayesinde, kültürler arasındaki sınırları artık göremiyoruz. İyi ya da kötü, dünya sosyal ve kültürel yapılarda tektipleşmeye doğru ilerliyor. Farkında olmadan, genellikle diğer uluslar gibi davranıyor ve onlar gibi düşünüyoruz ki bu kendi başına kötü değildir.

Asia-Pacific Broadcasting Association (AIBD) ile işbirliği yaptım ve bir belgesel kursu için Pakistan’a gittim. 2007’de Malezya’da Uluslararası Medya için Stratejik Stratejiler Uluslararası Konferansına katıldım. Dünyanın dört bir yanındaki meslektaşlarımla tanıştım ve bazılarıyla hala iletişim halindeyim.

Giti Mahmood televizyon stüdyosunda… İş arkadaşları tarafından çekilen bir video.

-Ve ayrıca siz kimsiniz? Ne kadar kadın, ne kadar anne, ne kadar yapımcı, ne kadar yazarsınız?

Ne kadar anne olduğum sorusuna ancak çocuklarım, kocam ve ailem cevap verebilir. Ama elimden gelenin en iyisini yaptım. Fakat inanın bana hem bu işi yapmak hem de anne olmakla zor zamanlar geçirdim. Bir yaşındaki kızımın su çiçeği geçirdiğini ve hasta olduğunu unutamıyorum. Birkaç saatliğine önemli bir TV programının yapımcısı olmak zorunda kaldım. 48 saat uyuyamamıştım, onu unutamıyorum. Editörlük yapıyordum, bırakıp eve gidemedim. Genel olarak zor bir iştir prodüktörlük. Bir prodüktörün işi, kadın ve anne olmakla birlikte daha zordur ama güzel, heyecanlı ve unutulmazdır da. Çünkü bir izleyici programımızı izleyebilir, gülümseyebilir, empati kurabilir, hayatını ve yaşam koşullarını daha iyi hale getirebilir.

– Bir görüşe göre, bir sanatçının aslında bir sorunu, bir mesajı vardır. İran’a ve dünyaya ne söylemek istiyorsunuz, o tek mesajınız nedir?

Klişe bir mesaj vermeyi sevmiyorum, söylediğim her şey kalbimden geliyor. Benim mesajım şu: Tanrıyı beklerseniz, O elinizi tutar ve sorunlarınızı düşünmezsiniz artık. Biz insanlar ölümlüyüz ama insanlık ölümsüzdür. İyilikler ve acı anılar kalır geriye ancak. Başınız dertte olsa bile yaşamayı öğrenin, güzellikleri görmeyi öğrenin. Ve ortak sorunlarımızın dostlukla hafifleyeceğini öğrenin. Sade ve doğru dostlar olalım, ikiyüzlü olmayalım.

– Size ne ilham verir? İlham aldığınız bu fikirler zihninizi ne kadar meşgul eder? Ve ne zaman vazgeçersiniz?

Çocukluğumdan beri hep hayal kurarım. Esinlendiğim belirli bir şeyim yok. Çevremdeki arkadaşlara ve insanlara karşı iyi bir dinleyiciyim. Çok kitap okudum. Tüm dönemlerin ve coğrafyaların en iyi film ve dizilerinin izleyicisiyim. İşte tüm bunların bir kombinasyonu zihnimde kıvılcımlar yaratabiliyor. Çoğu zaman basit fikirlerle başlıyorum, sonra hikaye ve karakterlere yoğunlaşıyorum ve yavaş yavaş hikaye şekillenmeye başlıyor.

Yazı bitmediği müddetçe insan ruhu düşlerle meşgul olur. Belki de güzelliği budur, aklımdaki karakterlere kendimi yönetmen, kameraman ve sesçinin yerine koyarak çok yönlü bakıyorum. İnanın bana, tüm bunlar hikayenin ilerlemesine neden oluyor.  İlk fikirden sonra, bir proje, yaratıcıların kendilerini çözmeye mecbur eden birçok zorlukla karşı karşıya kalır. Zaman geçtikçe ve bir projeyi bitirdikten sonra kendime sorarım: İyi bir proje mi yaptım? Yoksa zamanımı ve kaynaklarımı boşa mı harcadım? İzleyici üzerinde herhangi bir etkim oldu mu? Kalemimizin, düşüncelerimizin, eylemlerimizin etkisi sandığımızdan daha erken vakitte bir anı haline gelebiliyor.

– Bir TV yapımcısı olmak ne kadar eğlenceli ve aynı zamanda ne kadar zahmetli?

İşinize aşık olmak bir aşk şiiri okumak gibidir; doğanın en güzel manzarasının saf bir halini görmek, yağmurda yürümek gibi… Bunlar harika şeyler olabilir ama aynı zamanda zorlukları ve zahmetleri de vardır. Başarmak için çok çalışmanız gerekiyor. Elde edeceğiniz sonuç mutlaka iyi olacak diye bir şey yok. Bir kadın olarak benim için prodüksiyon alanında çalışmak zor ama bu mesleği elde etmek için ne kadar mücadele ettiğimi, kendimi başkalarına ne kadar çok kanıtlamak zorunda kaldığımı da hiçbir zaman unutmuyorum.

 – Türk televizyonculuğunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce önemli yapımcılar, oyuncular / oyuncular ve iyi yapımlar hangileri? İranla benzerlikler ve farklılıklar hakkında ne düşünüyorsunuz?

Türkiye’deki televizyon yöneticileri başka ülkeler için de programlar yaparak Türkiye’nin iç ve dış politikasını büyütmek istiyorlar. Bölgedeki medya devlerinden biri olmayı hedefliyorlar. Türk liderler akıllı; medyanın, radyonun ve televizyonun tüm potansiyelini kullanma niyetindeler. Diğer yandan dizi üretiminin ve satışının Türkiye’ye ve ekonomisine yaptığı katkı görülmemiş düzeyde.  Bölge kültürü, Türkiye’deki müzik, moda, film ve dizi endüstrilerinden çokça etkileniyor. Hatta TRT Farsça televizyon kanalının açılmasının planlandığını duymuştum.

Açıkçası prodüktör meslektaşlarımı eleştirmek istemiyorum. Şüphesiz dramanın hayal gücü ve hikaye bağlamında gerçekliğin saf yansıması olması beklenmez. İnsanlar TV’de normal hayatlarından daha fazlasını görmeyi severler. Ancak toplum, kültür ve aile alanındaki uzmanların Türk TV dizilerinden endişelenme hakkına sahip olduğunu düşünüyorum. Öte yandan biz televizyoncuların da bir medya ürünü oluştururken başımıza gelebilecek en kötü şey, geri dönüp kendimize bu projeyi yapmamış olmayı dilediğimizi söylemektir.

Türkiye’de çekilen program ve dizileri izlemeye çalışıyorum. Ama Sezen Aksu, Ayla Çelik’in nostaljik Türk klasik şarkıları daha çok ilgimi çekiyor. Kerem Çatay, Zeynep Atakan, Semih Kaplanoğlu, Asena Bülbüloğlu, Altan Dönmez gibi yapımcı ve yönetmenlerin işlerini de takip ediyorum ve onlara saygı duyuyorum. Kuşkusuz sinema alanında içerik, yapı ve işleyiş açısından İranlılar daha başarılı. Neden? Bu karmaşık bir tartışma.

Benzerlikler:

Her iki ülke de, değerli romanların ve edebi eserlerden uyarlanabilen, büyüyen, dinamik ve güçlendirilmiş bir edebiyata sahip. Her iki ülkenin de güzel ve büyüleyici tarihi ve doğal alanları, farklı etnik kökenlerden insanları, kıyafetleri, kültürleri, aksanları, mimarisi, mutfağı, el sanatları ve genç, güzel ve profesyonel oyuncu ve aktrisleri var.

Farklar:

Türk filmlerinde ve dizilerinde görebileceğimiz birçok şey İran medyasında yasaklı. Bunun dışında fazla bahsetmeyelim.

– Yeni eseriniz var mı? Kitap, belgesel veya hatta TV dizisi? Bunlar hakkında biraz bilgi verir misiniz?

Şu anda Türkiye’de geçen çok güzel bir aşk dizisinin senaryosunu yazıyorum. “Belki Bir Gün Sana Aşık Olurum” adlı bir proje. Tıp öğrencisi bir kadın ile özel güvenlik görevlisi olan bir erkek arasındaki çok zorlu ve farklı bir aşk hikayesi. İkisinin bambaşka karakterleri var. Kadın, Kore’deki eğitimini yarıda bırakıp İstanbul’a dönüyor. Şemsi Tebrizi karakterinden etkilenmiş ve kendisi gibi birini arıyor. Zeki, yetenekli ve kibar. Hayat ona zor dersler öğretmiştir ama bu belki de Şems ve Mevlana’nın tüm insanlık için verdiği bir mesajdır.

Hikaye boyunca karakterlerin entelektüel ve ruhsal gelişimini görüyoruz. Senaryomdaki karakterlerin temel özelliği her biri için dostluk ve şefkatin zor sınavlarda sınanması.

Türkiye’de yapılan projelerden hem içerik hem de yapı olarak farklı olduğunu düşünüyorum. Tabii ki, senaryom seyirciyi çekmek için gerekli tüm standartlara sahip ve aynı zamanda şaşırtmak için de gerekli teknikleri kullanıyor.

Umarım bu diziyi çekmek için uygun bir yapımcı bulabilirim.

 

– Türkiye ve İran, yakın bir coğrafyaya ve çok benzer bir kültüre sahibiz. Türk-İran ortak TV prodüksiyonlarının zamanı gelmedi mi? Mesela yazdığınız senaryodan uyarlanan ortak yapım bir TV dizisi?

İran ve Türkiye halkı arasında birçok kültürel, tarihi ve sosyal bağ var. Yemeklerden, dillerimizdeki ortak sözcüklere, hatta düğün törenlerine dek. Elbette “dostluk sınırı” olarak anılan ülke sınırlarımız da var bizi bağlayan. İki ülke arasındaki iyi ekonomik ve politik ilişkilerin tümü, iki büyük ulusun yakınlığını gösteriyor. İran ve Türkiye, uzun yıllardır film ve dizi prodüksiyon alanında işbirliği yapıyor ve birlikte birçok proje ürettiler. Umarım bu işbirliği devam eder.

İran-Türkiye iş birliğiyle yazdıklarımdan yola çıkarak bir dizi yapılması beni mutlu eder.  Ama şu anda yazdığım senaryo iki ülke arasında ortak bir yapıma uygun değil. “Belki Bir Gün Sana Aşık Olurum” Türkiye’de yapılmasını umduğum bağımsız bir proje.

-Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır derler. Bu başarılı kadının arkasında kocası ve çocukları olduğunu düşünüyorum, yanılıyor muyum?

Kişinin kendisi başarılı olmak için gerekli potansiyele sahipse, fikriniz doğrudur. Başarılı bir yaşamda erkek ve kadın, uçmak için birlikte çalışması gereken bir kuşun iki kanadı gibidir. Evet, tabii ki kocam birçok durumda çalışmamı kolaylıkla engelleyebilir. Ama beni her zaman cesaretlendirdi ve yanımda oldu. Çocuklarım için herkesten çok aktif, sanatsal ve güçlü bir anneye sahip olmayı istediklerini söylemeliyim.

-Hayatta tek bir amaca odaklanırken bir arzuyu, belki bir hayali ya da hayatımızdan bazı şeyleri ihmal ederiz, bazı şeylerden vazgeçeriz. Kariyer hedefiniz doğrultusunda nelerden vazgeçtiniz, nelerden vazgeçtiniz?

Küçük yaşta yapmaktan keyif aldığım pek çok hobimi, birçok yere seyahat etmeyi, egzersizlerle düzenli ve mutlu bir yaşam sürmeyi çok özledim. Müzik dersine gitmeyi severdim. Başka bir çalışma alanında okumak isterdim.

 -Yaşamak istediğimiz bir hayat için çalışırken hayat kadınlar için kendini çok daha zorlaştırıyor, onlara çok daha fazla sıkıntı veriyor. Aslında biz buna hayat diyoruz ama ne yazık ki engellerimiz bazen karşımızdakilerden bazen de hemcinslerimizden oluşuyor. Bir kadın, bir eş ve bir anne olarak bu hayat dediğimiz engelleriniz size ne gibi zorluklar yaşattı?

Yaşadığımız koşullarda kadın olmak, anne olmak ve eş olmak arasında büyük ihtimalle kusurlarım vardı.İyi olmaya çalıştım ama kusurlarım olduğunu düşünüyorum.

-Mesleki yönü ne olursa olsun Giti Mahmood’u düşündüğünüzde, bir insan olarak hayata dair en büyük pişmanlığınız nedir?

En büyük pişmanlığım, keşke daha iyi bir insan olsaydım. Basit ve sessiz. Daha çok kitap okurdum ve daha çok seyahat ederdim.

-Şimdiye kadar yaptığınız projeler arasında kendinizi rahat hissetmediğiniz başarısız işler buldunuz mu? Eğer öyleyse, bunun nedeni sizce neydi?

Evet, ailesinde AIDS’li küçük bir kızı tutan bir aile hakkında bir belgesel yaptım. Onlara belgeseli yayınlamayacağıma söz verdim. Ama televizyon yöneticisi AIDS’li kızın belgeselini bir festivalde yayınladı. Aile öğrendi ve üzüldü elbette. Keşke durdurabilseydim.

-Kişi zaaflarını yönetemediğinde veya zaafları hareketlerine yön verdiğinde, zevk veren şeylere bağımlı hale gelir. Hayatınızda zayıflıklarınızı yönetemeyeceğinizi düşündüğünüz anlar oldu mu?

Biz insanız ve insanlar aslında yönetilmesi gereken zayıflıklarla dolu. Evet, bana oldu. Bu sorularla uzun bir aradan sonra kendimi sorgulamamı sağladınız.